Salı, Temmuz 21, 2020

Yerliler, yolcular, yabancılar (3)



Dikkatli okuyucu, yerlilik bahsinde CHP’nin geniş yer tuttuğunu fark etmiştir. Genelde sağ tarafta, solla özdeşleştirilen ve özellikle ’60’lı yıllardan sonra bizzat CHP tarafından da sol olarak tanımlanan Kemalizm ve Tek-Parti döneminin “sol” olup olmadığını tartışmayacağım. Diyeceğim şu: Sola dönük yerli olmama ithamında Marksizm kadar Tek-Parti elitizminin ağırlığı gözardı edilmemeli.

Özetle, sağın solla ilgili eleştirileri Millîlik, halk, taşra ve hattâ sınıfsal farklılıklarla ilgili. Başlangıçta yerlilik eleştirisinin dayanaklarını iki ayrı bölümde sorgulamaya çalışacağımı yazmıştım. Bu sebeple, aynı ithamların izdüşümleri üzerinden sola bakabiliriz. Solun başka bir mecrada kendisiyle ilgili benzer bir sonuca ulaşması, dahası bunu değiştirmeye çabalaması önemli. Şevket Süreyya, ’20’li yıllarda, hapiste, ülkeyi kurtaracak olanın Millî-Komünizm olduğuna inanıyordu. Türkiye ayarındaki birçok azgelişmiş ülkenin Marksizm adı altında modernleşmesi , bu inancın birçok yerde “yerli” entellektüellerce vakt-i zamanında paylaşıldığını göstermekte. Millî sol, millîyetçi sol gibi yaklaşımlar da belirli bir zaman dilimiyle sınırlanmaktan çok, süreklilik arzediyor. Halkı için yaşayan, halka danışan, halkıyla iç içe ve onun için savaşan bir sol miti hep mevcut oldu. Yön Dergisi, Doğan Avcıoğlu, THKO kökenli hareketler, Mehmet Ali Aybar, Millî Demokratik Devrim, vs. bu çizginin çeşitli isimleriydi. Bildiriler genellikle “Halkımıza” hitabıyla başlıyor, anti-emperyalist ve anti-oligarşik halk hareketinden bahsediliyordu: “Faşizme ölüm halka hürriyet”.

Türkiye’de sol düşüncenin kitleselleştiği ’60’lı yıllardan itibaren yerlilik, sol için daima merkezî bir önem taşıdı. Son Komintern’in İspanya iç savaşına ilham veren “halk cephesi” önerisi, dünyada solun yerlilik sancısına, öncelikle teorik düzeyde ilaç olabiliyordu. Buna göre, faşizm dalgasını durdurmak için sosyal demokratlar, liberaller ve tüm iyi niyetli insanların biraraya geldiği geniş bir “halk cephesi” oluşturulacak; devrimci sol, işçi sınıfı ile köylülerin örgütlenmesini sağlayacaktı. Böylelikle onların mücadeleri yönlendirilerek, öncülük edilecekti. Stalin’in Troçkist enternasyonalizme karşı sunduğu millîyetçi yan anlamlarla yüklü “tek ülkede Sosyalizm” tezi debunda işlevsel oldu. Böylelikle, devrimci sol, hem halkıyla birarada yaşayacak, faaliyet sahasını onların yaşadığı yeri esas alarak düzenleyecek hem de devrimi bir halk hareketi olarak gerçekleştirecekti. ’60’lı yıllarda TİP’liler radyo konuşmalarına “Maraba!” diye başlıyorlardı. Gecekondu yıkımlarında ahaliyle birlikte hareket edilerek, direniliyordu: “Gecekondu Yıkılmaz Halk Bunu Unutmaz!”. Yayınlar, “işçilerin ve köylülerin gazetesi-dergisi” ibaresiyle takdim ediliyordu. Sonraları üniforma biçimini alan parka, kot, bot ve kısa saç bile “halkla uyum, halk önünde kıyafete özen” düsturundan çıkmaydı. Halk, aşkın-kutsal bir anlam öbeği, temizlik ve saflıktı. Ve bu halk, başkalarına zulmetmeyi meşrû gören zihniyetteki faşist azınlığın baskısını yaşıyordu, faşizme karşı korunması gerekiyordu. Yerli olmayan, faşistlerdi; kendi halkına zulmeden, sömüren, başkalarına peşkeş çeken o halktan olamazdı. Nâzım Hikmet, “hiçbir korkuya benzemez/halkını satanın korkusu” diyerek bir sağcıyı anlatıyordu. Devrimciler halkın arasında, onların bir parçasıydı. Gülten Akın, öldürülenler için “Halkın bağrından biçtiler/birer birer hepimizi” diyordu.

Hasıl-ı kelam, yerlilik, sağ ya da sol için durdukları yere göre halk ya da milletle özdeşleştirilerek kullanılan, içi doldurulan, kimin elindeyse onun şeklini alabilen bir kavram. İçeriği çok geniş ve herkesin üzerinde uzlaşabileceği bir tanımı yok. Her şeyi içerecek çağrışımları var, ama işaret ettiğine yaklaştıkça ele gelir kavram olmadığı anlaşılan bir muğlaklık. Kapsamı bir kavrama hayat veremeyecek kadar manipülatif, geniş ve belirsiz. İdeolojik ve kutsal. Neyi, kimi, hangi duruşu ve nasılı anlatmasa da her türlü aşkınlık ve kutsallık yüklenmiş özlemlerin ifadesi. Karşıtını ihanet tonunda adlandıran çatışmacı.

Yerlilik, her isteyenin istediği gibi donatacağı, istediği muhtevayı verebileceği zengin bir ideolojik mühimmat içeriyor. Ama aynı mühimmat, öncelikli olarak, millî kimliğin devamlılık arz eden düzenleyici düsturlarından biri. Solda ya da sağda, yerli olmak iddiası, iddia sahibini ister istemez milliliğin gereklerini yapmaya zorluyor ve iddianın kapsamını yerelleştiriyor. Bunu diğer adı: ideolojik stilizasyon, folklorik bir yeniden-üretim. “Saz”ın kullanımı üzerinden düşünüldüğünde bile yerlilik; sahiplenme, yer alma, elde etme mücadelesi. Solun millî demekten imtina ettiği “o” kimliğin dönüştürülme uğraşı. Bu mücadele, kültürel yenilenmelerin ilhamı, motoru da bir yerde. Anadolu-Pop için yerli değildir diyebilir miyiz? Ya “Klark Bıyıklı” Ayhan Işık? Veya “Ya Sev Ya Terket”e verilen tepkiler, o “yüzde yüz yerli ve millî” slogandan sanki daha mı az yerli?

Yerlilik, insanın yaşadığı yerin dili, belki şivesi, alışkanlıkları, mitleri ve sembollerine duyulan bir aidiyet aynı zamanda. Siyasî ya da etnik bir azınlık için “kayıp” bir tarihi keşfetmek, onları muhafaza etmek, hâkim olana karşı direnmek çoğunlukla. Her insanın varlık dünyasıyla tinsel kaynaşması için, kendini mutlaka bir etnik kökene bağlaması gerekmez elbette, ama varoluşsal açıdan mutlaka bir gruba dahil olması şarttır. Açık ifadesi: Bir yerli olmayan, olamaz; daha da açığı: “kendimi bir yere ait hissetmiyorum” savı hikâyedir. İnsan, öncelikle şunu söyleyebileceği birilerine ihtiyaç duyar. Biz olmadan ben olamaz. Bu, her insan tekinin kimlik krizine getirdiği çözümdür de.

Biliyorum, anlatılan yerlilik, millîyetçilikle aynı durakta halk otobüsünü bekliyor görünebilir. Hattâ gelen otobüsün şöförünün muhtemelen bıyıkları sarkıktır onu da biliyorum. Biletimi atar, arka sıralara geçerim. Kimileriyle merhabalaştığım tanıdık yüzler, bildik konuşmalar, mırıltılar, duvar yazıları vardır koltuklarda. Cam kenarları çoktan dolmuş. Dünyayı bilmem, ama otobüsümü anlatabilirim.

[Yazıyı 1998 yılında yazmışım.]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder