Cuma, Temmuz 24, 2020

Son Okuduklarım 45


Kara Acı, Nina Berberova'nın novellası,  bir kere daha sürgünden bir hikayeyi, eksiklikle savrulup giden birini anlatıyor bize. Aşkın kıyısında gezinen, anlamlı bir hüzünle konuşan birilerini çıkarıyor karşımıza. Acılı bir yoksunluk, hatıralar, kavuşamamalar, türlü mutsuzluklarla geçen garip bir yavaşlığı var Berberova'nın. Koyu bir kederle akıyor cümleleri. Güzel!  Avare Tanrı, çok uzatmayacağım, tek kelimeyle bir başyapıt, olağanüstü çizgiler ve az bulunur bir görsel ardışıklıkla karşılaşacaksınız, mitoloji, sanat tarihi, çizgi roman ve edebiyat içinde metinlerarası gezinen "dehşetli" bir bambaşkalık okuyacaksınız, garanti veriyorum. Güzel ve Esrarengiz'de Kenan Hulusi Koray'ın okumadığım dört yeni öyküsünü buldum. Ve evet, eskisi kadar katı değilim ona karşı, serüveni, fantastik olanı ve edebiyatı bilen bir yazar Koray. Okudukça daha neler yazabilirmiş hissi yükseldi bende. Aralıklarla Ömer Seyfettin başka bir dönemde doğsaydı "serüven edebiyatına" daha çok yoğunlaşırdı diye düşünürüm. Koray, yazar olarak onu çok severmiş, ki ondan daha iyi yazıyor. Saraybosna Blues, Semezdin Mehmedinoviç'in Bosna'daki savaş sırasında yazdığı şiir ve denemelerinden oluşan bir anlatı. Geçen zamanın eleştirel kesitleri de denebilir. Doğrusu şiirlerine önce ısınamadım, atladım ve metinleri okuduktan sonra tekrar döndüm, bu kerre bana daha anlamlı geldiler, yine de metinlerin hüzünlü rahatsız ediciliği ölçüsünde iyi değiller. İçerden yazılması, tanıklık olması beni etkiledi sanmıştım, okudukça akıllı bir yazarın kendini ve yaşadıklarını anlatma maharetine kapıldığımı anladım. 

Babil Şerifi, Amerika'nın Irak İşgali sırasında geçen bir kara hikaye. Amerikalılar, Saddam muhalifleri, Şiiler, ajanlar arasında geçen siyasi bir polisiye de denebilirdi. Çizgiler güzel ama fotoğraf referansı ve yakın çizimler o kadar çok tekrar ediyor ki etkisini giderek yitiriyor. Geveze diyaloglar var, bağlamsız görünen-imalarla dolu balonlar okuyoruz. Her uzun konuşmanın sonunda ya biri ölüyor ya da ölümün eşiğine geliniyor filan. İddiası ölçüsünde derin hikaye değil, Hollywood Noir'e fazlaca öykünmüş diyelim. Kızıl Azize, Talbot çiftinin bir başka ortak çalışması. Louise Michel'in biyografisini yapmışlar. Uzun ve mücadele dolu, adanmış bir hayattan kesitler sunmuşlar. Bana biraz Historiçenıl senaryosu gibi geldi... Tahkiye ve karakter derinliği bekliyordum galiba.Karakterin bir zaafı, inkarı veya hayal kırıklığı olmayınca bir nebi evliya okuyoruz gibi hissediyorum. Ay Polisi, yakın dönemin bilinen hoş grafik romanlarından biri. Dilimize tercüme edilmesi ve yayımlanması sevindirici. Tom Gauld, yeknesaklığın parodisini veya tekrarın (rutinin) melankolisini güzel anlatır. Türün meraklısına ve grafik roman evreninin ne olduğunu merak edenlere tavisiye edilir diyelim.  Katarakt, Berger'in katarakt ameliyatlarından sonra hissettikleriyle ilgili (bana öyle geldi) şaşkın ve mutlu düşüncelerini içeriyor. Selçuk Demirel, metni besleyen desenler çizmiş... Doğrusu ikisi de yeni ya da ilginç değiller. 



Aspirin, bir "sergi" kitabı gibi, epeyce sol sayfası boş bırakılmış, büyük boy basılmış bir albüm. Anlaşıldığı kadarıyla Aspirin'in üreticisi Bayer, ilacın bizdeki serüvenini görsel olarak anlatan, arşiv nitelikli bir çalışma istemiş, Gökhan Akçura da derlemiş, toparlamış...Görsel olarak ilgi çekici ... Safi, ödüllü bir resimli kitap, çocuklar için gibi duruyor, o niyetle o raflara konabilir ama bence onlara göre değil... belki diyorum ortaokul öğrencilerine yönelik bir tartışmacı yönü olabilir. Sıradan bir insanın yalnızlığını, kendini önemli hissetme iştahını, sarkaç gibi gelip giden kaybolma arzusunu anlatıyor, çocuklara ve hatta ergenlere bunu anlatmak, bunu doğallaştırmak kolay değil... İnsan okuduktan sonra en çok bunu düşünüyor. Ölüm Gölgesinde Suretler, tipik bir Tuncer Erdem kitabı... İlüstrasyonlar ve onlara eşlik eden "dizeler" okuyor, bakıyoruz... Bence kitaptan çok sergi olacak bir çalışma imiş... Doğrusu bir "fotoğraf" kitabı gibi de duruyor. Çizgiyle fotoğraf arasında anlam olarak epey fark var, bu farkı önemsememiş Erdem...Birinde gördüğünü yansıtan bir "teknik" göz, diğerinde auteurun kendine özgü tınısıyla yorumu var. Önsözde anlatılan hissi bana verebilmiş gibi gelmedi.  Karaoğlan kitabına bir kitap müzayedesi sırasında tesadüfen ulaştım, hiç görmediğim için almak istedim. Meğerse Yalaz'ın oğlu tarafından Fransız yayıncılara yönelik olarak 2012 yılında hazırlanmış  bir tanıtım kitabıymış, eskiler "broşür" derdi, onun "albüm" gibi tasarlandığını düşünün. İçerdeki bilgiler epeyce eksik ve yanlış, internetten alınmışlar, kimi görseller hakeza öyle... İçeride bir serüven kullanılmış, ama o da tıkış tıkış kullanılmış. Tek ilginç taraf, kapaktaki resmin Kaan Yalaz tarafından çizilmiş olması... 

2 yorum:

  1. Avare Tanrı'yı sizden duyup almıştım. Antik Yunan mitolojisine meraklı 15 yaşındaki kızım görür görmez el koydu, önce o okudu, çok beğendi. Ben de bugün bitirdim. Muazzam bir eser bence de, tanıttığınız için teşekkürler...

    YanıtlaSil