Bir süredir, nerden kapıldım bilmiyorum, fotoroman okumaya başladım. Arada oluyor, bir şeylere takıyor, sürükleniyorum. Yukarıda kapak görselini paylaştığım
Köprü Altı Çocukları, eskiden vıcık vıcık melodram derlerdi, hah işte onlardan bir tanesi, tek kelimeyle şahane bir şey...
Köprüaltı çocuğu diye, şimdilerde kullanılmıyor ama eskiden başıboş, evsiz barksız, suça meyilli gariban çocuklara denirdi, köprü altında yatıp kalktıkları düşünülürdü... Muhtemelen İstanbul'dan
(Galata'dan) dilimize sirayet ederek yaygınlık kazanmıştı. Sonradan "Sokak Çocukları" denmeye başladı, Köprüaltı deyişi handiyse unutuldu...
Fotoromanın ismi bu olunca tahmin etmiş olmalısınız, sokağa düşmüş, bahtsız-şanssız biri erkek diğeri kız çocuğunun hikayesi anlatılıyor. İkisi de babalarının öldüğünü (artık nasılsa) bilmiyorlarmış, okurla birlikte öğreniyorlar.
Erol, annesine "
Benim babam nerde?" diye sorduğunda bir iki sayfa içinde ölecek olan çamaşırcı annesi mantıklı bir cevap veriyor, bayıldım :" "
Yavrum, baban olsaydı çamaşır yıkıyarak yaşarmıydık?". Erol, elini kalbinin üstünde tutarak "Y
oksa, yoksa babam öldümü anne?" dediğinde (sahiden) cerbezeli bir başa dönmesi geçiyorum.
Hikayenin diğer kısmında Sibel var, onun da perperişan annesi işsiz... Bir eve hizmetçi oluyor, patron sulanıyor, sonra üzüntüyle sahilde şarkı söylerken kendisini duyan (ve sesini beğenen, müşfik) bir pavyon sahibinden iş teklifi alıyor ama Sibel'i duymasından korkarak kızını yatılı okula veriyor.
Gözleri dolarak kızına niyetini açıkladığı sahne pek güzel: "
Kızım yatılı okula yatman lazım" diyor, Sibel de garibim, yatılı okula yatmaya gidiyor. Gel gör ki, sınıftaki kötü kalpli bir başka kız (nalet olsun ona) gerçeği tıslıyıveriyor, "anan kötü yola düşmüş" manasında bir şeyler geveliyor. Sibel bu iftirayla yaşayamam diyerek pavyona gidiyor ve annesini şarkı söylerken görüyor. Bu eşsiz sahneyi aşağıdaki görselde paylaştım, arz ederim...
Siz de takdir edersiniz ki, Sibel yedi sekiz yaşında bir sabi, kolay ve katlanılır bir şey değil, resmen şarkı söylüyor annesi, bu dehşetli sahnenin ardından doğal olarak sokaklara düşüyor ve daha evvel Erol'u bir örümcek gibi tuzağına düşüren haysiyetsiz bir pislikle, Sansar Nuri ile karşılaşıyor...
Ve Sansar Nuri, elinde Sibel'le köprü altına çıkageliyor... Neyse ki Erol, ileride mert bir delikanlı olacak bir çocuk, Sibel'i hemmen sahipleniyor ve te polise neyim giderek hikayeyi mutlu sona bağlıyor.
Böyle bir hikaye ancak inanarak anlatılabilir, üreticileri benim parodi olarak gördüğüm ayrıntıların farkında bile değillerdir, hep söylüyorum,
Dünyayı Kurtaran Adam'ın "remake" yapılması mümkün değildir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder