Pazartesi, Mart 09, 2020

Asker Oldum Piyade


Akad ismi nedeniyle aldım kitabı... Fotoroman üretimlerimizi düşünürsek ortalamanın üzerinde bir iş çıkarıldığını en baştan söylemek gerekiyor. Sahne seçim ve tasarımları kalbırüstü olmuş. Akad'ın bir "kamera gözü" olduğu hemen anlaşılıyor. Diğer yandan, niye bu işe girmiş insan merak ediyor, ilk akla gelen "ekmek parası" ve "hayat mücadelesi" elbette ama... Yetmişli yıllarda aranan, rağbet ve itibar gören bir isim...Nasıl ikna edilmiş acaba... Akad olduğu için işin içine Müşfik Kenter de girmiş...ve sonra diğer tiyatrocular...

Asker Oldum Piyade, bir köy hikayesi olarak nitelenebilir... Kırık bir kavuşamama hikayesi anlatılmış, tabii ki baştan ayağa klişe... Esas oğlan, sevdiği kızı bırakıp askere gidiyor, bunu fırsat bilen Ağa, kıza tecavüz edip onunla evleniyor. Müşfik Kenter askerden dönüp de durumu öğrenince  meseleyi tam da anlamadan kahrederek  terki diyar ediyor.

Epey yıl sonra bakıyoruz ki, o tecavüzden olan oğul büyümüş, delikanlı olmuş, Suna Keskin kendini oğluna adayarak yaşamaya bakmış... Ağa, İstanbul'a gittiğinde pavyonda çalışan bir artistin tuzağına düşüp, kumardı hovardalıktı derken  çiftliği satmak zorunda kalıyor...

Çiftliğin yeni sahibiyse seneler önce kaybolup giden Kenter çıkıyor. Suna Keskin'de gözü olan kahya Aydemir Akbaş, o eski münasebeti fark ederek İstanbul'a gidiyor, olup biteni tek tek anlatarak ağasını azmettirecek ölçüde dolduruyor... Gaza gelen KötüAdam Müşfik'i öldürmek isterken kendi oğlunu vuruyor vs...

Final "yok ya! daha çocuğumuz olur" filan diyerek Müşfik ile Suna'nın mutlu sonu olarak nihayetleniyor...

Melodramın şaşmaz kurallarından biri, esas kızın bir başkasıyla cinsel ilişkiye girememesi... böyle bir şey olursa illa iki ölüm oluyor, erkek failden başka ya çocuk ya da kadın hikayeden ölerek ayrılıyor.

Askere giden Müşfik Kenter'in bıyıklarının kesilmemesi, bütün askerlik sahnelerinin hapisaneyi andıran (!) bir koğuşta geçmesi, hoşuma giden tuhaflıklar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder