Elime bir (yerli) çizgi roman dergisi ya
da fanzin’i geçti mi eski heyecanlar, eski tutkular yeniden alevleniyor. Aslında
bu yaşımda ve geçmişimle çok daha “cool” olmam gerekiyorsa da işte olmuyor.
Ünlü bir sorudur, çeşitli yanıtları olan: “Neden çizgi roman? Acep bu da batı
taklitçiliği olmasın mı, müslüman mahallesinde salyangoz satmak türünden?”.
Bizler ve sizler böyle olmadığını bilsek bile “onlar” bilmemezliğe geliyor, “diğerleri”
ise başka dünyalarda yaşıyor.
Acıdır ve de gerçektir: bugün çizerler
başka alanlara geçmeyi düşünüyorlar, geçiyorlar. Çizgi romancıları bir araya
getirmek, bir arada tutmak için gayret gösterenler, hatta lokal açanlar (evet,
Sarkis gibi) duruma umutsuzca bakıyorlar, media konunun köşesinden bile
geçmiyor ve saire ve saire. Bir de, bence en önemlisi, profesyonel ya da amatör
boyutlar içinde yayını sürdürmek için inatla, inançla “kutsal mücadele”yi
sürdürenler. Eh, onlar da olmasalardı bu yazı da zaten olmazdı.
Tüm bunlar bolca çiğnenmiş laflardır,
benden önce bunları sizler defalarca tekrarladınız, ‘onlar’ ise hiç takmadılar.
Meraklılar, tutkulular, koleksiyoncular ve az sayıda çizerlerle iş bitmiyor.
Belki de, yeniden, o yukarıdaki soruya dönmek gerekiyor, hani o neden çizgi
roman sorusuna (bunun paraleli ise nasıl bir çizgi romandır ki estetik boyutları
bir hayli geniş, tartışması bir hayli karmaşık).
Her işin bir “ulusal” geçmişi ve geleneği
vardır, her şeyin “ulusal” bellek, beğeni, örf ve diğerlerinin içinde bir
gerekliliği ve işlevselliği vardır. Üstüne üstlük her konu, bir ulusun “kültür”
ve “genel kültür” çerçeve ve tanımlaması içinde, ayrı bir önem ve gereksinim taşır.
Batı kültürü, Doğu kültürü, Batılı / Doğulu
kültür sentezi derken biz halen bir ortak noktaya, bir ortak ve paylaşılan
noktaya varmış değiliz ya da varmış gibi görünmüyoruz. Dünyasal, evrensel
boyutlarda “kültür” dediğimizde, ulaşılması gereken “çağdaş kültür” dediğimizde
neleri kastediyoruz ve çok geniş yelpazenin içine neleri kabul ediyoruz?
Edebiyatımızda kurguya (fiction) dayanan
birçok türler (ister pop olsunlar, ister olmasınlar) yok denilecek kadar azdırlar.
Bilim kurgucu olamıyoruz, çünkü teknolojik bilgi ve uygulama konusunda daha
katedeceğimiz yollar vardır; dış kaynaklı yazarların, iyisi ve kötüsü ile,
bolca okur buldukları korku ve gerilimde ürün verenimiz yoktur, özel
hafiyelerimiz olmadığı için polisiye edebiyatımız da yoktur (buna karşın kiralık
katillerimiz boldur). Liste uzayıp gidiyor ve ne ilginçtir ki bu listedekiler,
dön dolaş, çizgi romanlara varıyor, çizgi romanların temel tematiğini oluşturuyor.
Tüm yukarıda saydıklarım “kültür”ün
neresindedir denilecek. Kanımca (ve bu Batılı, Levanten-Türkiyeli kafam ve
içindeki beynimle) tüm bunlar çağdaş, “global” kültürün birer parçaları.
Dönelim çizgi romana: Türkiye’de çizgi
roman yok demek hiç kuşku yok ki bir haksızlık olur ancak... ışin doğrusu
sürekliliğin varolmamasıdır. Ya gelenek? Resim geleneği böylesine “yeni” sayılırken
çizgi roman geleneği ne arar?
Çizgi roman tarihçisi değilim, araştırmacısı
da değilim, sadece meraklısıyım. Nedir ki, okuduğum kadarıyla, Batı kendi
geleneğini Mısır’ın duvar fresklerinde ve Bayeux halılarında ararken bizler
minyatürlere başvurup ola ki bir başlangıç noktasını buluruz, yaklaşık bile
olsa.
Acaba sorun hep gelenek ve dayanak mı?
Değildir, gelenek yoksa sıfırdan başlayıp kendi geleneğini kendin kurarsın,
senden sonrakilere miras olarak teslim edersin.
Biliyorum, şimdi “onlar” diyecek ki: “Bu
adam, bu yaşında (65) hep uçuk şeylerle uğraşıyor, kimi yazılarında ve de özel
ilgi alanlarında”. Ola ki öyledir, ne ben ne de beni bilenler bundan şikayetçi
değiller, galiba aksine. Hayır, beyler, baylar ve arkadaşlar, sorun bir başka
noktada: malzemede ve değerlendirmede. Bizler “hayal gücü” denilen olaya inanıyoruz,
bunu kullanıyoruz, bundan doğal (ola ki doğa üstü) bir zevk alıyoruz. “Onlar”
ve “diğerleri” ise gerçek gerçek diye inleyip boyutsuzluğun içinde dön
dönüyorlar, bir şeyler anlatmaya kalktıklarında da o çok önemli, çok evrensel
(genelde küçük) çevrelerini anlatıyorlar.
Ve değerlendirme: Sağır Sultan (bu
durumda kör ve sağır sultan da denilebilir) bile bilir ki “çağdaş” sanatların
“çağdaş” kriterinde (evet, bizler biliyoruz onlar ise daha bilmiyorlar, bilmek
istemiyorlar tüm çağdaş görünümlerine karşın) bir Dokuzuncu Sanat vardır. Evet,
Sherlock Holmes’un sadık (ve “naif”) yardımcısı Doktor Watson’a dediği gibi: “ıt’s
elementary, my dear Watson”. Bu çok kısa tümceyi çevirmeye kalkmayacağım,
sadece bunu not edeyim ki “elemantary”yi burada, bu bağlam içinde, ben tercihen
“basit” değil de “ilkel” olarak algılıyorum. Eh, kimi Holmes olur kimi ise
Watson. Seçim sizindir.
Nereden nereye! Neyse ola ki bir başka
yazıda, daha mantıksal ve “gerçekçi” olmayı denerim. Cem Özer’in dediği gibi
“Ben hep çizgi romandan yanayım” (yoo, hiç öyle bir şey demedi, keşke günün
birinde bunu da dese), siz de öylesiniz. Onlar ise...
Giovanni Scognamillo
[Bu yazıyı, üzerinden çeyrek asır gibi bir zaman geçmiş, çıkarttığımız Koloni fanzini için Gio kaleme almıştı. Dünyayla, tutkuyla, amatörlükle ilişkisi her zaman coşku dolu olan Gio'yu saygıyla anıyorum.]
Sanatın gayesi insanları şuurlandırmak ve birbirine kaynaştırmaktır. Çağdaş sanat dediğimizde bütün verilerin bir havuzda toplanarak, içinden zaman ve mekana en uygun argümanları alarak içinde bulunduğumuz toplumda yerl ve global manada sanatımızı icra eder, estetiği yakalamağa çalışırız. Mesele budur efendim. Saygılar.
YanıtlaSileksikliğini hissediyoruz
YanıtlaSil