“Ağzınızı telefonun mikrofonuna yakın tutun. Konuşma
bitmeden telefonu kapatmayın. Bağırarak konuşmayın. Santraldeki kızlarla
muhabbete girmeyin”.
Fakat halkın terbiyesi süreci bir türlü
nihayetlenmemiştir. Nitekim, 1988’de, PTT Dergisi’nde yer alan “Telefon
konuşmalarında nasıl hareket edilmeli?” başlıklı yazı, o tarihte dünya için eski, Türkiye için yeni
olan bu iletişim aracının dayattığı, sözünü ettiğimiz görgü kuralları,
yetenekler ve kültürü halka aşılamaya niyetlenmektedir:
“Konuşmadan önce kendinizi takdim edin. Mikrofonu dudak
hizasında tutun. Konuşurken nazik olun. Nazik sese kapılıp, aşık olan,
evlenenler vardır. Telefonda özel konulardan söz etmeyin, dedikodu yapmayın.
Konuşacağınız konuları planlayıp öyle konuşun”.
Anlaşılacağı üzere, halkın modernleşme ve batılılaşma
yolunda katedeceği mesafe boyunca, onu kah azarlayıp kah yüreklendirerek
olgunlaştırmayı amaçlayan pedagojik yaklaşım, “havai”, rasyonel düşünce
sisteminden nasibini almamış, zamandan ve paradan tasarruf etmeyi öğrenememiş,
medeniyetin uzağında kalmış halk kitlesinin kamusal alandaki varoluş biçimini
olduğu kadar, duygu dünyasını ve özel alanını da denetlemek istiyordu.
Modernleşme sürecinde bu türden müdahaleler hemen her
ülkede yaşanmıştır. Bugün, pek çoğu bize komik gelen tanzim etme çabaları
uygulamaya konmuştur. Kırklı yıllarda Türkiye’de filmlere yönelik sansürden
öğrendiğimize göre, yapılan dublajlarda (o günlerin deyişiyle duble edilen
filmlerde) sahne gereği çalan telefonu açan kişinin “Alo” demesi istenmiyordu.
Geçmişi, Cumhuriyet öncesini çağrıştırdığı için olmalı, “Efendim” de
denemiyordu. Hemen her defasında telefonu açan, konuşmasına “A siz miydiniz?”
sorusuyla başlıyordu. Aslına bakılırsa, seyircinin beyaz perdede gördüğü
telefona çok aşina olduğunu söylemek pek mümkün değil. Filmlerde çalan telefonun
farklı bir hitap ve vurguyla açıldığını fark edenler, üst sınıftan sınırlı
sayıda telefon kullanıcısı olmalı. Başkent Ankara’nın merkezinde bulunan
yerleşim yerlerine elektriğin Kırklı yılların sonunda geldiği düşünülürse,
telefon itibarlı, itibarı ölçüsünde bilinmezlerle dolu, başka ve uzak bir
hayatın sembollerinden birisidir. Devlet kurumlarının bazılarının, özellikle de
karakolların ve sinemaların birer telefonları vardır. Telefon resmiyettir. Özel
hayata ve evlere henüz dahil olmamıştır. Sinema düşkünü olan genç kızlara
yönelik şikayetçi klişeler tiyatroda veya Yeşilçam’da sık kullanılmıştır da,
telefonu elinden düşürmeyen, arkadaşlarıyla “saatlerce” telefonda konuşan genç
ergenlerin hicvedilmesi Doksanlı yılların başlarındaki televizyon dizilerine
dek akla gelmemiştir.
Telefon gevezeliklerinden söz açmışken, telefonun sohbet
amaçlı kullanımının azgelişmiş toplumlara özgü bir zaman algısıyla
bağdaştırıldığını söylemeden geçmeyelim. Çoğumuz, henüz cep telefonları ortada
yokken, ev telefonlarını sıkça ve uzun süreli kullanan annelerimizin, telefon
faturası gelince babalarımızdan nasıl azar işittiklerine tanık olmuşuzdur. Uzun
telefon konuşmaları yapmak, iş-güç sahibi olmayan ancak önünde geçirilmesi
gereken uzun bir gün bulunan insanlara özgü olduğu düşünülür. Bu tür insanların
kendilerini avutacak başkaca da bir faaliyetleri, hobileri yoktur.
Sokaklarımızın halihazırda, kulaklarına dayadıkları cep telefonlarıyla veya bu
telefonlara iliştirdikleri kulaklık ve alıcılarla kendi kendilerine
konuşuyormuş gibi algılanan insanlarla dolu olduğunu düşünürsek, ya herkesin
bol vakti var ya da yaya olarak geçirdikleri zamanı boşa harcamak istemiyorlar
türünden iki farklı yorum yapabiliriz.
Geçmişe geri dönersek, henüz yaygınlaşmadığı dönemlerde telefon
resmiyettir ama düzgün çalışmaması, hatların karışması, kar yağınca hepten
kopması popüler kültür ürünlerine sıkça konu edilir. Muammer Karaca’nın meşhur
ettiği Cibali Karakolu oyununda
telefon hiçbir zaman doğru dürüst çalışmaz, taraflar birbirlerinin ne
dediklerini anlamadıkları gibi, Karagöz ile Kavuklu’yu çağrıştıran biçimde,
söyleneni türlü biçimlere sokarak seyirciyi güldürürler. Toplumsal hayatımızı
onun kadar sık ve sürekli resmeden bir başka yazarımız olmadığı için kendisini
bir tür vakanüvis saymamız gerekir, Aziz Nesin sayısız kez bir türlü çalışmayan
telefonları ve onun mağdurlarını anlatmıştır. Eskiden şehirlerarası görüşmeler
santral aracılığıyla gerçekleştirildiği için, pek çok komik karmaşayla
karşılaşılmakta, bir espri olarak günlük konuşmalara konu edilmektedir.
İstanbul’dan Ankara’yı ararken, yanlışlıkla Kayseri’nin bağlanması veya ilgisiz
biçimde bir başka konuşmanın paralel dinlenebilmesi sık karşılaşılan bir
durumdur. Bugün dahi argoda, konuşulan/konuşulması gereken konudan saparak
başka şeylerden konuşanlara “Alo! Adana çık aradan” denmektedir. Bu
illiyetsizliği vurgulayan esprinin kaynağı telefondur.
İnsanların çaresizliği, hayatın yavaşlığı ve teknolojik
yenilenmenin gerçekleşmemesinin göstergelerinden biridir telefonun çalışmaması.
Uzak bir taşra kasabasından Ankara’ya, talep, şikayet ya da malumat için
telefon edilir. Ankara’daki yetkili, işin doğrusunu yanlışını açıklayarak
onlara yön gösterir ya da onları oyalar. Cevat Fehmi Başkut’un Buzlar Çözülmeden oyunu, kış ve yoğun
kar yağışı nedeniyle çevre ile bağı kopmuş bir ilçede geçer. Tımarhaneden kaçan
iki deli kendilerini kaymakam ve yardımcısı olarak tanıtıp, ilçede birçok
faydalı iş yaparlar. Asıl kaymakam kapanan yollar yüzünden gelemediği gibi, ilçeden
de telefonla Ankara’ya ulaşılamamaktadır. Oyun boyunca aralıklarla Ankara
aranır. Aramalar esnasındaki parazit, ses kesintisi ve anlaşılamama mizahi
abartı olarak görülebilir ama oyunun sahnelendiği yıl ve dönem olarak seyirciye
mantıksız gelmemiştir. Oyunun gerçeklik vehmini sekteye uğratmadığına göre,
telefon aracılığıyla iletişimin zorluklarının zamanı ve koşulları yakalayıp
yansıtan, herkes tarafından normal bulunan bir olay olduğu aşikar (...)
[Bir on yıl önce telefonla ilgili yazdığım bir yazıdan...]
Merhaba, 10 yil once boyle dolu dolu guzel bir yazi yazip halen yazmaya devam ediyor olmaniz harika. yazilarinizi okumak cok keyifli, umarim daha bol yazarsiniz.
YanıtlaSilSiz de eger yurtdisinda is, calisma, yasam ve geziler, ek gelir elde etme yontemleri hakkinda okumak isterseniz bloguma beklerim..
SEvgiler
Kitalar Atlasi
kitalaratlasi.blogspot.com