Tim
Sivert, 1983 doğumlu. Grafik roman neşreden Top Shelf
Production yayınlamış That Salty Air’i (2008). Naif ve samimi bir anlatımı var,
çiniyi iyi kullanıyor, karelemesinde sıcaklığı okuyucuya yansıtabilme
maharetine sahip, şurası kesin ki çok daha iyi işler çıkaracak ileriki
yaşlarında. Okyanus kıyısında yaşayan genç bir çifti anlatıyor bu hikâyesinde.
Doğum sevinci ile ölüm yası arasında gelişen bir öğrenme anlatısı olarak
tarifleyebilirim. Çok başvurulan bir tema olan doğanın ruhu gibi, okyanusun
canlıları da dahil oluyor gelişmelere. Okyanus neredeyse başrolde, hayal
kırıklıklarını kucaklayan, öfkeye karşı kendini açmayarak yanıt veren bir
“canlı” olarak kendini varediyor. Hugh’un annesinin ölümü üzerine kendini
kahretmesini ve diğer duygusal savrulmalarını yanıtlıyor doğa. Bu türden
insancıl bir tema ister istemez Craig Thompson’u andırıyor, lafın özü hoş bir
albüm.
Duygusal bir hikâye Hey Wait. Jon adlı bir çocuğun, yakın arkadaşı Bjorn’un, erken yaştaki ölümünden sonra yaşadıkları-hissettikleri anlatılıyor. Hikâyenin Norveçli çizeri Jason, hayvanları insan biçiminde kullanarak minimalist hikâyeler oluşturuyor. Sessiz film döneminin mizahını izlediği, tarzının Ub Iwerks’in çizgilerini andırdığı söylenebilir. Fazla balon kullanmıyor. Hayvanları tipleştiriyor derken şunu da ekleyelim. B-filmlerin fantastik yaratıklarını ve canavarlarını da hikâyelerine katıyor. Hey Wait, İngilizce’deki ilk albümü. Aynı albümle 2002 yılında Harvey ödülü aldı.
Jon, uçurumun kenarındaki bir ağacın dalına atlayıp tutunuyor ve bir süre sallandıktan sonra yere iniyor. Bjorn, bu cesaret isteyen –ama delice ve çocukça- eylemden –haklı olarak- korkuyor. Sonra bir gün bunu yapmaya karar veriyor ve dala tutunamayarak dramatik bir biçimde uçurumdan aşağı düşerek ölüyor. Jon ilerleyen yıllarda kendini sorumlu gördüğü bu ölümü unutamıyor. Hey Wait’in (Jon’un, Bjorn’un arkasından söylediği son sözler) iç acıtan ağırlığı, abartısız anlatılan rutininde. Çizer, Jon’un hayatındaki tekrarları, kıstırılmışlığı resmederken asıl olarak onun suçluluk hissettiğini gösteriyor bize. Bu da anlatıcılık mahareti. Jason’un çizgi romanın endüstri olduğu her ülkede ilgi görmesi, çeşitli biçimlerde taltif edilmesi boşuna değil.
Le 110
Pillole, 14.yüzyılda yayınlanmış Chin P'ing Mei adlı bir Çin
kitabından ilham alınmış. Zengin bir eczacı ile altı karısı çevresinde gelişen
hikâyede, eczacının bir keşişten aldığı afrodizyak hapları sonucunda
yaşadıkları anlatılıyor. İlk kez 1984 yılında İtalyanca yayınlanan albüm,
Yunanistan, Fransa, Brezilya, Danimarka, İspanya, İsveç, Japonya, Hollanda ve
Amerika’da da yayınlanmış. Le 110 Pillole, temelde aşırılığın eleştirisine
dayanıyor. Cinsel gücünü artırmak kadar aldığı hapları bir ay içerisinde
tüketmek zorunda olan Hsi-Men’in ölümüne yol açan süreci izliyoruz. Magnus,
entrikayı sevdiğinden kadınlar ve erkekler arasındaki çekişmeleri, haset ve
münafıklıkları da resmediyor. Hikâyenin kahramanı bir erkek olsa da arzu,
şehvet ve rekabetin asıl aktörleri kadınlar. Onları ağlarken, tutkuyla doluyken
ya da intikam planları yaparken görebiliyoruz. Magnus sayfalarının göz alıcı
bir beyazlığı var, elini hiç bir biçimde serbest bırakmıyor, fırçasının esiri
olmuyor. Çizme tutkusuna kaptırmıyor kendini. Yıllarca iş yetiştirme telaşıyla
çizdiğinden olmalı albümlerine olağandışı bir sabır ve özen göstermiş. Ne
yapmak istediğini bilen bir tasarımcı Magnus, öyle detaylar, arkaplanlar
çizebiliyor ki saatler hatta günlerce uğraştığını hissettiriyor. Oryantal
imgeleri kullanışı, minyatür izleyiciliği Le 110 Pillole’yi farklılaştırdığı
gibi alelade bir erotik hikâye olmaktan çıkarıyor.
Bolero, kırk sayfalık küçük bir albüm. Milenyum öncesinde Manara’nın
yorumuyla bir uygarlık tarihi resmedilmiş. Her sayfada bir bant kullanılmış,
başlangıçtan itibaren çeşitli uygarlıkları ve tarihi dönüm noktalarını temsil
eden kadın ve erkekler, soldan sağa doğru yürüyorlar. Bantların ardışık olarak
kullanıldığı söylenemez ama bu fikre dayanıyor. Her sayfada başka bir döneme ya
da birbirini izleyen büyük uygarlıklara değiniliyor. Bazen, banttan bir ayrıntı
seçilerek, takip eden sayfada ayrıca resmediliyor. 2000 yılına ayrılmış son
bantla albüm tamamlanıyor. Bolero’nun başarılı bir çalışma olduğu söylenemez;
Manara, çarpıcı bir farklılık gösteremiyor her şeyden önce. Öte yandan tüm
bantlar izlendiğinde akılda kalan leitmotif şu: Manara, tüm dünya tarihinin şiddet
ve seks oriented geliştiğini düşünüyor. Tutku, haset, öfke, şiddeti ve
cinselliği besliyor ona göre.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder