Asteriks, Türkiye’de yayımlandığı
hiçbir dönemde çoksatar olmadı ama hemen her zaman sevilen, hatırlanan,
eğlenceli ve nitelikli bulunan, ismi dokuzuncu sanatla özdeşleşen bir çizgi
roman sayılageldi. Benzerlerinin aksine çoğunlukla başarılı edisyonlarla,
ortalamanın üzerinde tercümelerle sunuldu. Bu kadar uzun zamandır yayımlanması,
farklı kuşaklarca beğenilmesi bize özgü bir durum değil. Asteriks, çizgi
roman dünyasının en sevilen seriyallerinden biri. Frankofonluğuna rağmen global
bir popülerlik kazanması tartışmasız en önemli başarısı. Yaşadığımız dünyada
İngilizce konuşmayan ve Amerikalı olmayan herhangi bir ürünün başarısı her
bakımdan şaşırtıcı. Üstelik Asteriks, nasıl tanımlarsak tanımlayalım,
mizahi bir hikaye. Mizah dediğimiz şey de ister istemez yaşadığı yere/toprağa
benzer, farklı dillere tercüme edildikçe etkisini yitirir. Düşünün, hikayede,
Romalılar bütün “Fransa’ya” hâkim olmalarına rağmen küçük bir köye giremiyor,
Galyalılardan köşe bucak kaçıyor, her defasında pata küte dövülerek mağlup
oluyorlar. Bu kadar “yerli ve milli” olan bir hikayenin bunca sene yaşaması,
global bir ikona dönüşmesine sadece ilginç diyemeyiz.
Asteriks’in bu denli
yaygınlaşabilmesi, içerik olarak melez (hibrid) olmasından kaynaklanıyordu.
Fransız kostümüne rağmen Asteriks, Hollywood’u, Walt Disney’i ve evrensel
mizahı iyi bilen üreticilerin elinden çıkma bir çizgi romandı. Temiz ve komik
çizgileri, parlak renkleri ve görsel anlatımın ferahlığı olmasaydı şüphesiz ki
bu kadar sevilemezdi ama bence, melez olmasaydı, etnosentrik kalarak dergi
sayfalarına gömülür, iki kuşak sonra unutulurdu. Melezlikten kastettiğim şey
yerel ile evrenselin, serüven ile mizahın, hareket ile söz komiğinin, aktüel
ile tarihin harmanlaması. İbrenin birine ya da diğerine maharetle dönebilmesi…
Bu melezlikte asıl pay, dizinin yaratıcısı ve ilk yazarı Goscinny’ye ait. Ünlü
senarist, moda ile geleneğin, lokal ile globalin arasında salınıyor,
endüstriyel üretimle kendine özgü tınıları başarıyla harmanlayabiliyordu.
Yazarın 1977’deki vakitsiz ölümünden sonra dizinin çizeri Uderzo, onun
kalıplarını kullanarak Asteriks evrenini yaşattı. Bunu sadakatle
yaptığını da teslim edelim. Az üretilmesi de bu sürekliliği kolaylaştırmış
olabilir, neredeyse 60 yaşında olan Asteriks’in geçen yıl otuz yedinci
serüveni/albümü yayımlandı çünkü. İyi tasarlanmış, çok uğraşılmış, rahat okunan
ve izlenen, kendi oluşturduğu ortalamanın altına düşmeyen, hepsi birbirine
benzeyen ama bir o kadar da yeni duran bir toplamdan söz ediyorum.
Tekrar eden karakteristik
esprilerden ve bir serüven izleğinden bahsedebildiğimize göre Asteriks’in
bir hikaye şablonu var diyebiliriz. Asteriks hikayeleri ekseriyetle bir
yolculuğa dayanır. Birisi köye gelir ve onlardan yardım ister. Asteriks ve
Oburiks yola çıkarlar, sorunu çözer, düzeltir, yardım eder ve köylerine geri
dönerler. Serüven, köyde hep birlikte yenen ziyafetle biter. Her serüvende
yinelenen espriler vardır; yinelenme, espriyi büyüten, Asteriks hikayelerini
pekiştiren en önemli unsurdur. Örneğin deniz yolculuklarında karşılaşılan ve
her defasında batırılan korsan gemisi esprisi, sonucu belli olan bir gülme
vesilesidir. Onları görür görmez ne olacağını anlarız, korsanların çaresizliği,
Galyalıların özgüveni bize komik gelir. Her yemeğin sonunda köyün müzisyeni
şarkı söyleyemesin diye susturulmuştur, gözlerimiz onu arar, nerede/nasıl
kıstırıldığına bakar ve güleriz. Okuru espriye yönlendiren bir ardışıklıktır
bu. Melezlik bahsinde Galya köyü, iyi bir örnek, ilk anda Fransız
milliyetçiliğini temsil ediyor gibi duruyor, ilgisi yok demiyorum ama köy,
komik bir köy olarak tasarlanmış. Nasıl her komedi oyuncusu, komikliklerine
karşı şuursuz görünmeye mecbursa, kendi hareketlerine kendileri güldüğü
takdirde oyunculuğu tesirini kaybederse… Galya köyü, komik olduklarının
farkında olmayan Galyalılardan oluşuyor, çok ciddiler ve bu ciddiyet
belirginleştikçe mizah yükseliyor. Köyde yukardan atıp tutanlar, kuruntulular,
kılıbıklar, züppeler, dalgınlar, kolay öfkelenenler, yaşlılar, sağırlar,
dediğim dedikler yaşıyor. Her bir köy sakini tek bir duyguya ya da karakter
özelliğine indirgenerek betimleniyor ki bu, herkes tarafından anlaşılabilecek
evrensel bir mizah kaidesi. Basit ve anlaşılabilir olmaya dayanıyor ve ilke
olarak biteviye tekrarlanıyor.
Goscinny’nin altmışlı yılların
mizahını temsil eden dil oyunlarının, komik isimler ve adlandırmalar arayan
nüktedanlığının günümüzde yaşadığı söylenemez. Goscinny’nin feyz aldığı
Amerikan Maddergisi ilgi görmediği için “can çekişiyor” artık.
Yukarıda, Asteriks’in bir yolculuk hikayesi olduğunu yazmıştım. Bilinmeyen
ülkelere gitmek, o ülkenin şimdiki zamanına göndermelerde bulunmak, turistik
malumat vermek, bugünle geçmişi karıştırarak komik durumlar yaratmak, medyatik
ünlüleri parodileştirerek işin içine katmak yine o yılların hikayeciliğinde
geniş yer tutuyordu. Sadece Fransa’da değil dünyanın her kültüründe o yıllarda
üretilmiş çizgi romanları incelerseniz, buna yerli üretimlerimizi de
katabiliriz, bütün kahramanların küçük ya da büyük ölçekte bir dünya turu
attığını görebilirsiniz. Dışarıya açılmak, keşfetmek ve fethetmek arzusu,
anlaşılan o ki o dönemin okurunu etkiliyor, piyasayı biçimlendiriyordu. Bugün,
böyle bir okur da yok. Gel gör ki, Asteriks ülke ülke dolaşmaya,
hayli eski bir mizahı üretmeye devam ediyor ve bu bize demode gelmiyor.
Hatta Asteriks okuru, mükerrer esprilerle dünya turunun sürmesini
istiyor.
2013 yılında Asteriks üretimleri
iki yeni yaratıcıya, Ferri ve Conrad‘a emanet edildi. İkilinin üçüncü ve son
albümleri, bizde geçtiğimiz ay içinde Asteriks ve İtalya Yarışı (Astérix
et la Transitaluque, 2017) adıyla yayımlandı. Hileli, entrikalı, etnik
farklılıkları komikleştiren, Romalıların kesintisiz dayak yediği, Sezar’ın
küplere bindiği, bol etli, bol aksiyonlu, sonu Galyalıların zaferiyle biten
tipik bir yarış serüveni İtalya Yarışı. Yeni üreticilerin seriyi Goscinny ve
Uderzo hazırlıyormuşçasına titizlikle işlediklerini söylemek lazım. Hele çizer
Didier Conrad, eksiksiz bir devamlılık gösteriyor. İlk ortak çalışmaları
olan Asteriks ve Piktler albümünde, ufak tefek yaratıcı katkılar ve
başkalaştırmalar beklemiş, bu denli muhafazakar bir sonuç çıkacağını ummamış,
bir parça hayal kırıklığına uğramıştım. Lüzumsuz bir beklenti içine girmiştim
aslında. Asteriks okuru, yeni değil, alışageldiği Asteriks’i
bekliyor ve o klişelerden sapılmasına razı gelmiyordu. Ve galiba, biraz
nostalji, daha çok paylaşılan ve hep birlikte gülünen esprilerin yarattığı
kolektiftik, eskilerin deyişiyle yediden yetmiş yediye uzanarak, dedeyle torunu
okur olarak yan yana getiriyordu. Bu da az şey değil. Asteriks bir popüler
kültür markası. Muhteviyatının yenilenmesi değil yinelenmesi gerekiyor.
Sabit Fikir, Haziran 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder