Çizgi roman
tarihinin hayati dönemeçlerinden biri 1950’li yılların Amerika’sında
gerçekleşti. O yılların ahlakçı ve antikomünist havası, çizgi romanların ne/nasıl
anlatacağına ilişkin bir kamuoyu yaratmış, yayıncılar kendilerini bağlayan
kurallar ve bir otosansür kurulu oluşturmak zorunda kalmışlardı. Görüşleriyle
saldırılara temel teşkil eden Fredric Wertham, “çizgi romanların peri masalları
gibi olması gerekir,” diyordu. Ona göre çizgi romanların mevcut içerikleri
çocukları suça teşvik ediyordu, yasaklanmaları gerekiyordu. Dönemin en çok
eleştiri alan ünlü yayıncısı Will Gaines, “dergilerimiz yetişkinler için
yazılıyor, çocuklar da okuyorsa bu bizim suçumuz değil,” diyerek kendini
savunurken aslına bakarsanız kimseleri ikna edemiyordu. Aksini düşünen yoktu,
çizgi romanlar çocuklar için üretilmeliydi. Wertham sansürü olmasaş, çizgi
romanın sanat olarak değişeceğini, çocuksu biçiminden daha o yıllarda
sıyrılacağını düşünmemek elde değil.
Bugün eğlence
biçimlerinin değişmesi nedeniyle çizgi roman üretirken çocuklar pek hesaba
katılmıyor. Geçmişte ucuz kağıtlara çok sayıda basılan ve gazete bayiilerinde
dergi olarak satılan düşük fiyatlı çizgi romanlar, bugün kitabevlerinde kitap
ve edebiyat dünyasının beğenilerine göre tasarlanır oldular. Böylelikle yeni ve
eski –artık çocuk olmayan– okurlarının beğenilerine göre üretilmeye başladılar.
Yayın mecrasının değişimi, çizgi romanlara sanılanın aksine itibar ve nitelik bakımından
büyük bir zenginlik getirdi. Geleneksel anlamda yenilmez bir kahramanın
serüvenlerinin anlatıldığı “seriyal” çizgi romanları sayıca azalıp nostalji
konusu olurken, edebi nitelikleri ve farklı anlatım biçimleriyle grafik
romanlar devreye girdiler.
Bu yazıda, geride bırakmak üzere olduğumuz yıl içinde
İngilizcede çıkan kimi dikkat çekici eserlere değineceğim. Türkiye’deki
süregelen yayın tercihlerine uygun örneklere ağırlık vermekle birlikte ayrıksı
çalışmalardan söz edeceğim diyelim. Son beş yıl içerisinde hatırı sayılır
sayıda grafik roman yayımlanmakla birlikte memleket yayıncıları daha çok
biyografik çizgi romanlara ve edebiyat uyarlamalarına yoğunlaştılar. Yakınlarda
Çizgi Düşler’den çıkan
Beşinci Beatle: Brian Epstein’in Hikâyesi çalışmasını
hatırlatarak iki müzisyen biyografisi önereceğim. İlki, Muñoz&Sampayo
ikilisinin ortak üretimi olan
Billie Holiday (NBM, 2017); ikili, genç
yaşta ölen caz şarkıcısı Holiday’in ölümüne ve yaşadığı son güne ilişkin yarı
belgesel bir çalışma çıkartmışlar. İlk kez 90’lı yıllarda yayımlanan albüm, bu
yıl Amerika’da neşredilince yeniden hatırlandı. Meraklısı, Muñoz’u, Julio
Cortázar’ın Charlie Parker için yazdığı öyküye (Takipçi, DeliDolu, 2016) yaptığı illüstrasyonlardan
hatırlayacaktır. İkinci albüm, isminden anlaşılacağı gibi, John Lennon’ın New
York yıllarını anlatan
Lennon: The New York Years (IDW, 2017). David
Foenkinos’un Lennonkitabından yapılan uyarlamayı Horne çizmiş, Corbeyran
hikayeleştirmiş. Siyah beyaz olan çalışma Billie Holiday’in aksine
fotoğraf gerçekçiliğinde üretilmiş; belgesel nitelikli çalışmalarda çizerin o
ünlü kişiyi benzetememesi, o benzerlikle ilgili süreklilik sağlayamaması önemli
bir handikap olabiliyor. Albüm bu sorunun üstesinden gelmiş. Biyografilerden
devam edersem; Amerika’da merak uyandıran bir başka frankofon çeviri
çalışma
Sartre (NBM, 2017) oldu. Depommier’in çizdiği Mathilda
Ramadier’nin yazdığı renkli uyarlama, ünlü entelektüelin hayatından çeşitli
dönemleri anlatıyor. Sartre gibi üretken insanları anlatmak pek kolay değil,
Simone de Beauvoir ile uzun yıllara yayılan ilişkisi, düşünceleri, kavgaları,
iştah ve saplantıları görsel olarak iyi resmedilmiş. Dikkat çekici bir başka
çalışma, Calamity Jane’in 360 sayfayı aşan biyografik çizgi romanı (IDW,
2017);
The Calamitous Life of Martha Jane Cannary,
1852-1903 alt
başlığıyla çıktı. Yine Fransızcadan bir çeviri olmakla birlikte, albüm siyah
beyaz ve anaakım frankofon çizgisinin hayli dışında. Matthieu Blanchin’in
kıvrak çizgileri, kareler arası akışkanlığı ve ironik yorumu, hayli geveze olan
metnin devamlılığını güzel sağlamış. Western severlerin ilgisini çekebilecek
nitelikte iyi bir biyografi.
Edebiyat
uyarlamalarına iki örnek vereceğim. İlki, yakınlarda Alone isimli şahane bir çalışması daha çıkan Christophe Chabouté’nin Moby Dick uyarlaması (Dark Horse, 2017). Görselliği, yavaşlığı, giderek yükselen
gerilimi o denli başarılı kurmuş ki, kendi adıma yapılmış en iyi Moby Dick uyarlaması olduğunu iddia edeceğim. Üstelik Chabouté keşfedilmesi,
okunması ve seyredilmesi gereken etkileyici bir “auteur.” İkinci uyarlama,
romanı ve filmleriyle uluslararası bestseller olan Stieg Larsson’un Millennium Üçlemesi. Sylvain Runberg’in senaryolarını yazdığı üçlemenin çizerleri Homs ve
Carot. 2018 yılında tamamlanacak olan serinin henüz ilk iki kitabı yayımlandı.
Kendine özgü ve maharetli bir uyarlama olduğunu teslim etmek gerekiyor;
özellikle ilk albümün çizgi aurası, ilgi çekici ölçüde ustalıkla kurgulanmış.
Karelerdeki mesafe, sahne istif ve açıları ticari bir ortalamanın nitelik
olarak çok üzerinde…
Son bölümü sevdiğim
türden grafik romanlara ayırdım. The
Lighthouse (NBM, 2017)
İspanya İç Savaşı sırasında yaralı halde bir deniz fenerine sığınan gencecik
bir asker ile fenercinin hasbihallerinin anlatıldığı yumuşak bir hikaye. Maggy Garrison (Dupuis, 2017), üç albümlük bir Londra öyküsü; banliyöler, yaşlılar,
barlar, hoyrat erkekler, küçük hesaplar sakin bir dille öyle hoş anlatılıyor ki
arka plandaki entrika enikonu önemsizleşiyor. Thomas Campi ile Vincent
Zabus’un Macaroni! (Dupuis, 2017) albümü hafif buruk ama iyimser
bir ergenlik hikayesi. Dedeyle torunun dostluğu, babayla oğulun yakınlığı,
taşra sükûneti ve koşut gelişen ilk aşk uğultusu albümün ana izlekleri.
Blutch’ın Modern Speed albümü ise tek kelimeyle tuhaf ve uzun
bir rüya sekansını andırıyor. Sanata, aşka, sinemaya, şarkılara, Ömer Şerif’e
vs komik göndermeler yapılıyor. Fellinivari bir gerçeküstü akışa eşlik eden
çizgilerse, neredeyse bir kareden diğerine akıyormuşçasına “rüzgarlı.”
Çizgi romanlar,
peri masalı olmak zorunda değiller, üstelik muktedir kahramanlara ihtiyaç
duymuyorlar artık. Bu kısmı dostane yazıyorum; yayın için nitelikli hikayeler ve
yenilikçi çizgiler seçilirse sadece iyi grafik romanlarla değil iyi edebiyatla,
sanatla karşılaşmış oluruz.
Sabit Fikir, Kasım 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder