Cumartesi, Ağustos 03, 2024

Marx Göğe Yükselirken


Kapital Manga’nın ilk bölümünde taşralı bir gencin, baba mesleği peynirciliği, zengin olma hırsıyla, endüstriyel bir üretime dönüştürme süreci anlatılıyordu. Kalfalıktan fabrika sahipliğine geçerken, çevresiyle ilişkileri değişiyor; rekabetçi piyasa koşulları karşısında inandığı değerlerin başkalaşması çeşitli yan hikâyelerle resmediliyordu. Örneğin çocukluk aşkının fahişelik yapmak zorunda kaldığını öğreniyor, gönlünü titreten bir başka kadının yatırımcı ortağı Daniel’in sevgilisi olmasını engelleyemiyordu. Babasıyla arasının bozulması, işçileri her defasında daha ağır koşullarda çalıştırmaktan hazzetmemesi, günbegün bozulan psikolojisinin eşliğinde ‘izleniyordu’. Doğrusu, politik bir hikâyede, hele ki Kapital uyarlamasında ‘hım hım eden bir öğreten adam’ yerine yan hikâyelerin kullanılmasını, soap opera kıvamını ve faş eden erkeklik krizini ilginç bulmuştum.

Bir devamlılık bekliyordum, yanılmışım. İkinci bölüm, yan hikâyeleri tamamlamayan ya da onları bütünüyle unutarak, bu bölüme özgü gerilimler çıkartan bir içerik taşıyor. İkinci bölümü, ‘bize’ bakarak Engels anlatıyor ki bu, Kapital özetinin tahkiyeyi alt etmesi anlamına geliyor. Örneğin kahramanın yaşadığı cinsel ve romantik gerilimler bu bölümde hiç hatırlanmıyor. Kadınlar hikâyeden bütünüyle çıkıyorlar. Mesele, erkekler arasında cereyan eden, ekonomi ve siyasetin konuşulduğu tipik bir Kapital prospektüsüne dönüşüyor. Tipik diyorum çünkü geçmişte ve yakın zamanlarda, Türkçede ya da başka dillerde yayınlanan Kapital uyarlamalarından pek bir farkı yok bu bölümlerin. Haksızlık etmeyeyim, bu kez Japon kırsalından (oysa Britanya’da geçiyordu hikâye) sıralanıyor tenakuzlar. Temel kavram ve yaklaşımlar gündelik hayatın içinden, basitleştirilerek ve mutlaka esprilerle betimlenir hep, yine öyle anlatılıyor. ‘Çocuklar veya halk anlayacak mı?’ gibi bir ebeveyn/öğretmen endişesiyle betimlendikleri için bu bölümleri çizgi roman değil resimli anlatım sayıyorum. Bir başka deyişle, ikinci bölümde uyarlamaya dair sadakat ve ideolojik hassasiyet kurguya galebe çalmış, barizleşmiş, niteliğini baştan ayağa eksiltmiş.

Yine de en azından finalde, sürekliliği olan, tansiyonu yüksek bir bölüm sahnelenmiş. İlk kitaptan tanıdığımız, suya daldırıldıkça ağırlığı artan paçavra gibi, yaşadıkça çaresizliği artan fabrika işçisi Karl, trajik bir cinayete tanık oluyor. Kıyametvari bir mali kriz esnasında, borçları yüzünden batmak üzere olan bir atölye sahibi, kasasındaki paralarla kaçmaya çalışan Banka sahibini bir sokak arasında öldürüyor. Karl, ölenle öldüreni umursamadan, katilden bankaya yatırdığı kadar parayı kendisine vermesini istiyor. Katil de bir sus payı gibi o paranın iki mislini kendisine uzatıyor. Böylelikle erdemli işçimiz, cinayeti görmezden gelerek ve parayı alıp kaçarak en önce dürüstlüğünü kaybediyor. Bu türden çelişkilerin resmedilmesi anlatıyı güçlü kılan nişler. Şaşmaz-sapmaz bir işçi klişesi olmaması gerçekçi. Diğer yandan Marx ve Engels’i göğe yükselen melekler gibi göstermek, endüstri öncesi üretimi ve ailevi dayanışmayı çözüm/kurtuluş yolu saymak gibi oldukça naif, saflığı sırıtan ve kolay zedelenebilecek bir son söz taşıyor kitap. Para kokan, müstehzi ve mağrur Daniel ile kendi kendine yeten, durgun bir yüzle dervişane konuşan Çiftçi/Peynirci Baba dışında herkesin mağlup olduğu bir hayat resmediliyor. Üstelik Marx, bize, kolektif değil açıkça bireyci bir mesaj vererek, kuşkuculuğu ve dirayeti elden bırakmamızı öneriyor. Kuşkuculuğa ve izaha diyeceğim yok ama uyarlama adına itirazlarım var.

Robin’in tehlikeli bir maceradan kurtulup babaevine dönmesiyle taçlanan, geleneği ihyacı bir iade-i itibar Kapital Manga’nın ana çizgisi olunca benim aklıma Marx’tan çok Polanyi geliyor. Ona göre, piyasa güçleri, ekonomiyi geleneksel toplumsal ilişkilerden koparınca insanlar cemiyet, etnik köken, din ya da dışlanmaya direnecek farklı kültürel temelleri esas alan bir dayanışma arayışına girerler. Polanyi, bireysel kazanç güdüsünün insan doğasının temel güdüsü olmadığını düşündüğü için maişetin çok farklı biçimlerde sağlanabileceğine inanır. Karşılıklı saygı temelinde toplumsal ilişkilerin ve medeniyetin değişebileceğini umut eder diyelim. Hal bu olunca, uyarlamayı yapanların her ne kadar Marksist kavramları refere etseler de başka saiklerle bir gelecek tasavvur ettiklerini düşünüyorum. Doğruluğunu hiç tartışmadan yazıyorum, hani Japonlar, geleneklerini yitirmeden modern olmayı başarabildiklerini düşünürler ya, uyarlama sahipleri bu resmi kanıya kendilerini kaptırmış görünüyorlar. Geleneklerimizi korursak, büyüklere olan sevgimizi, mesleğimize olan sadakatimizi yitirmezsek, bize hep çalışarak ve sırtını dönük vaziyette konuşan köylü gibi kapitalist arzulara direnebiliriz buna göre. Kapital söz konusu olunca öyle olmaması gerekiyor elbet. Edip Cansever’in dizesini hatırlatıyor ve yazıyı bitiriyorum: ‘Ben burada bir sıkıntıyım, atımdan iniyorum’.

[Bu yazı daha önce Radikal Kitap'ın 5 Şubat 2010 tarihli sayısında yer almıştı.]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder