Çarşamba, Kasım 15, 2017

Çizgilere Derkenar 7


Serteller ve Tan ile ilgili bir Cemal Nadir karikatürü. Tan gazetesi, özellikle son büyük savaş sırasında demokrasi taraftarlığı yapmış, memleket tarihinde sıklıkla tekrarlandığı üzre komünist olarak yaftalanmıştır. Karikatür, Akbaba’da çıkmış, her devrin adamı olan Yusuf Ziya Ortaç’ın dergisinde. Espri ona ait olabilir ama altında Cemal Nadir'in imzası var. Cemal Nadir’in solcu karşıtlığı, anti-komünistliği nedense pek hatırlanmıyor. CHP’li Cemal Nadir ile DP’li Ramiz Gökçe’nin solcular karşısında tek bir farkı yok halbuki.  Laf uzamasın, Tan gazetesinin devlet eliyle linççi bir kalabalık tarafından tahrip edildiği, çıkamaz hale getirildiği, yerle bir edilmesine karşın “halkı tahrik ettiği” iddiasıyla karşı davalar açıldığı bir süreçteyiz.  Bu karikatür o süreçte çıkmış, taraf olmuş. Şu veya bu nedenle, Cemal Nadir, Babıali'de esen linçci rüzgara kapılanlardan biri olmuş...

Zekeriya Sertel soruyor, "Nereye gidiyoruz Sabiha?", cevap "altımdaki ata sor"... atın kuyruğunu tutmaya çalışan ise cimriliği ile tanınan gazete ortaklarından Halil Lütfi Dördüncü... Kızıl at, nereye götürürse oraya gidebilirler ancak... Kendi tavır ve düşünceleri olabilir mi ki...

Atın cinsiyetine dikkat edin diyerek lafı bağlıyorum.


1959 yılında Demokrat Partinin basın üzerinde sansürü artmış, kimi gazeteler boş sütunlarla çıkıyorlar. Karşılıklı bir inatlaşma yaşanıyor, kimilerinin bu boş sütunlarla gururlandıkları da görülüyor. O dönemde Altan Erbulak yukarıdaki karikatürü çiziyor. Alt yazı-lejand ne kadar okunuyor bilemediğim için aktarayım, karikatürist yazı işlerine gidip önceden hazırladığı karikatürlerini veriyor ve “Al Şef! Ben seyahate çıkıyorum. 10 tane zamma, 7 tane pahalılığa, 9 tane et davasına ait karikatür yaptım, gün aşırı kullanırsınız” diyor.

Karikatürün o günlerde yaşanan hava ile bir ilgisi olup olmadığını düşünüyor insan ister istemez. Erbulak, birinci sayfa karikatürleri çizse de aslında siyasetle sınırlı ilgisi olan karikatürcülerden. Gündemle doğrudan ilişkisi yok desem ona haksızlık etmiş olmam, Erbulak biraz mesleki bir bıkkınlıkla, çokça da hayatın değişmezliğine ilişkin bir eleştiri yapıyor karikatürde. Gündelik gazetelerdeki siyasi karikatürün ister istemez tekrara dayandığını da vurguluyor.


Saçma ama neden olmasın? Sanırım Fellini söylemişti, “fikir güzelse mantığı pencereden dışarı atarım”. Yukarıdaki kapağı ilk gördüğümde ister istemez gülümsemiştim, “yok artık” mealinde. Sonra “Kazanın doğurduğuna inanıyorsun da…” misali Süpermen’in uçtuğuna inanıyorsun da şu gözüpek pilotun süratle giden uçakta, tek elle tutunup geriye, kendisine kurşun yağdıran düşman uçağına altıpatlarla saydırmasına niye inanmıyorsun dedim. Her hikâye bir dünya inşa eder ve biz “mimarın” maharetine bağlanarak seyreyleriz. Güzelse eğer mantığı çöpe attığımızı fark etmeyiz bile.

İçinde doğup büyüdüğümüz kültürel aura, kanarak sevdiğimiz popüler hikâyeler ve mevcut anlatım biçimleri saçmaya ya da inandırıcı olmayana dair kodları belirler. Luke Skywalker, ata biner gibi kullandığı uzay aracının üzerinde benzer bir gösteri yapabilir ama biz bu pilota bakarken “hadi canım” diyerek burun kıvırabiliriz. Çünkü o uçak eskimiştir, bugünün popüler belirleyicilerine ve hayatımıza denk düşmez. “Gerçeğin” kodları herneyse onu çağırırız hemen.


Barry Gifford, David Lynch’in Wild at Heart (Vahşi Duygular) filmiyle popüler olan bir romancı. Lynch ile sonraları da çalışan Gifford radikal Amerikan edebiyatının bilinen isimlerinden. Ayrıca sinemaya da uyarlanan Perdita Durango, Wild at Heart filminde Isabella Rosselini’nin canlandırdığı yan tiplemelerden biriydi. Perdita Durango’nun Wild at Heart, True Romance ya da Natural Born Killers gibi popüler filmlerin suçlu Romeo-Juliet’lerine benzer bir hikâyesi var. Hollywood gibi anaakım bir mecra dışında hikâyeleştirildiği için daha sert ve marjinal bir içeriğe sahip. Perdita Durango hemen her şeyi yapabilecek ölçüde tehlikeli bir kadın, yoluna çıkan erkekleri harcamak da üstüne yok. Üstelik çok da hak verilebilir bir geçmiş hikâyesi yok. Kısa süreli sevgilileri oluyor, hikâyede karşılaştığı her erkeğe seks öneriyor örneğin. Belli amacı olan seri katillerden sayılamaz. Amerikan ahlakından ve Ortodoks alışkanlıklardan rahatsızlık duyduğunu açıkça söylüyor ama yaptıklarını bir rövanşizm olarak görmek abartılı olur. Perdita Durango, günü yaşayan bir suçlu. Ona sempati duymamızı gerektirecek bir tutarlılık taşımıyor. Siyah bir erkekle birlikte olduğu için kabilesi tarafından öldürülen Kızılderili kız hikâyesini duyduğunda hemen gidip bir Kızılderili erkeği önce baştan çıkarıyor sonra kafasını kesiyor. Duyduklarının doğru olup olmamasından çok onun o an için hissettikleri önemli.

Scott Gillis memleket okurunun alışkın olmadığı çizgilere sahip. Bob Callahan’ın yan hikâyelerle gelişen senaryosunu güçlendiren kareleri var. Anlatılan hikâyeyi imleyen (derinleştiren) imgeler kullanıyor. Çizgisindeki farklılık çiniyi kullanma biçiminde. Deseninden çok çinisi dikkat çekiyor. Geçmişi hatırlatan “fotoğraflar”, halüsinasyon ve rüya illüstrasyonlarıyla uğraştığı çalışmanın bütününden anlaşılıyor. Gillis, “ya sev ya terk et” türü çizerlerden; soğuk, mesafeli, kendini okurdan uzak tutan üreticilerden. Perdita Durango, Türkçede yayınlanan ilk grafik romanlardan. Az bulunur olması, okunmasını şart koşuyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder