Cuma, Eylül 04, 2020

Bir Temaşa Olarak Gurur


Hepimiz birbirimize hikayeler anlatıyoruz. Çocukluğumuzu, çektiklerimizi, yaşadıklarımızı sıralıyoruz. İster istemez kendimizi, çevremizi, şehrimizi, ait olduğumuz memleketi bir şeyle niteliyoruz. İyi ve kötü ekseninde kendimize ve diğerlerine karakter özellikleri atfediyoruz. Doğru mu bunlar? Bu kadar çok hikaye olunca bu kadar doğru olmayacağı aşikardır.

Şöyle düşünün, dünyanın bütün kültürleri, bütün milletleri kendilerini diğerlerinden üstün görürler. Bu da doğru değil tabii ama eğitim sistemleri bunun üzerine kuruludur. İnsanlar büyürken ve öğrenirken "bir milli gurur" ekseninde dönüştürülür. Irkımızdan, devletimizden, tarihimizden gurur duymamız beklenir.

Gurur, büyüklenme hissi ve benliğinle övünme demek... Sırf bu nedenle gurur, tevazuyla karşı karşıya getirilir. Örneğin sahte bir tevazu derken onun altına gizlenen kibirden söz edilir. Gurur, olumludur, kibirse olumsuz. Etnik kökenimizi gururla, karşıtımız olan etnisiteleri kibirle adlandırırız.  Biz hakedilmiş bir gururla, onlar yersiz ve zararlı bir kibirle varlardır. Tuttuğumuz takımlar, yaşadığımız şehirler, bitirdiğimiz okullar, çalıştığımız kurumlar, inandığımız ideolojiler ve dinler... Say say bitmez.

Bence, gurur, insanın en büyük gösterisi. Bu kadar poz, bu kadar palavra, bu kadar çok adamlık edebiyatı, gurur ihyasından başka bir şeye yaramıyor. En çok tartıştığımız şey, gururun sahiciliği ya da gerçek dışılığı. Hem inanmıyor, hem de sürekli inandırmaya çalışıyoruz. "Kimsin sen?" derken gurur tokuşturuyoruz.

"Gurursuz" diye ilgi çekici bir hakaret var. Herhalde cennetten kovulan Adem'le başlamıştır gurursuzluk. Bu kadar gösterisi olduğuna göre o kadar eski ve ezeli olmalı...

Dario Fo, bir temaşa olarak gururun nafileliğine işaret etmek için söylemiş, "gırtlağımıza kadar boka battığımız için başımızı dik tutuyoruz," demişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder