Bizim çizgi roman üretimimiz,
hele son kırk yılı hesap edersek, yoğun olarak mizah dergilerinde gelişti.
Bugün, komik çizgili ve underground eğilimli hâkim bir üslubumuz varsa eğer,
bunun asıl nedeni yazar-çizer tercihlerinden çok yayım mecrasının
belirleyiciliğidir. Öte yandan dergide üretim yapmanın temel bir sıkıntısı
varsa o da az kareyle (panel) anlatma zorunluluğudur. Dolayısıyla ister istemez
hızlı ve o kısalık içinde ilgi çekmeyi amaçlayan, son karede -sürpriz sonda-
odaklanan, tek etkiyle ilerleyen hikayeciliğimiz var demek gerekiyor. Mizah
dergilerindeki üretimler bu yaklaşımın bugün dahi çok dışında değiller, bu
tarzın eskidiğinin okur da farkında; yeni hikayeciler konuşulurken, onların
ayrıntıcılığından söz ediliyor en çok. Hikayeden çok bir diyalog veya tahkiye
içinde “ilgisiz” duran bir şey mesele edilebiliyor. Eskiden, okurun ilgisini
dağıtacağı düşünülerek kahraman dışında kimseye, çevrede olup bitenlere, yan
karakterlere neredeyse hiç bakılmazdı. Asıl olan kahramanın yolculuğuydu, yan
hikayelerin ve teferruatların gereği yoktu. Eh, zaman değişti, beklentiler
değişti, doğal olarak sadece hikayeler değil, çizgi roman da değişti. Çizgi
romanlar hâlâ süratli, bol aksiyonlu şeyler anlatıyorlar ama sinema, televizyon
ya da bilgisayar oyunlarının süratiyle baş edemeyeceklerini de biliyorlar.
Grafik romanların daha fazla konuşulmasının bir nedeni de bu. Çok açık biçimde
daha derin, daha insani ve mutlaka yavaş hikayeler anlatıyorlar. Grafik romanla
çizgi romanın farkını anlamadıklarını söyleyenler oluyor, her defasında
yineliyorum, anlamak için hikayeye bakılması gerekiyor, asıl farklılık
tahkiyenin kuruluşunda çünkü. Yavaşlar, yavaş olmak zorundalar, ancak yavaş
kalarak, karakter anlatarak “hayatta kalabilirler.”
Yakınlarda Sıradan Zaferler (Le
Combat Ordinaire) isimli, Manu Larcenet imzalı bir Frankofon grafik roman
yayımlandı. Türkçede yakın dönemde yayımlanmış en önemli on grafik romandan
biri olabilir. İyi bir grafik romanda hemen dikkat çeken ve olması gereken
bütün niteliklere sahip. İlk olarak, bir karakter ve onun psikolojisini;
ikincisi, karakterin dönüşüm ve olgunlaşmasını içeriyor. Başkarakterin
yolculuğu, bir şeyler öğrendiği, kendisini ve etrafını sorguladığı bir süreci
anlatıyor. Sıradan Zaferler, 2003 ile 2008 yılları arasında yayımlanmış
dört albümün bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş. Fransa’da önemli bir ilgi
gören seri, ilk albümüyle 2004’te, Angouléme’de ödül kazanmıştı; sonra başka
ödüller de aldı, 2014’te sinemaya uyarlandı. Manu (Emmanuel) Larcenet, 1969
doğumlu, yirmili yaşlarının sonundan itibaren yayımlanan elliye yakın albümün
üreticisi, oldukça deneyimli ve ustalık dönemi işlerini çıkartıyor epeydir.
Müzikle ilgilendiği, ilk gençliğinde punk kültüründen etkilendiğini belirtiyor.
Siyasetle ve siyasetçilerle ilişkisinde, hazcılığı ve öfkesinde punk müziğin
izdüşümleri kolaylıkla görülebiliyor zaten. Müziğe yaptığı atıflar,
hikayelerini tamamlar nitelikte, doğru seçimler.
Yazının girişinde bizim çizgi
romanımızdan bilerek söz ettim, Larcenet bizim çizgi geleneğimizden çok uzak
bir üsluba sahip değil. Ne ki biz bu yoğunlukta albümler çıkartamıyoruz. Telif
getirisinin olmayışına veya azlığına bağlamak üreticilerimize haksızlık olur.
Kastettiğim şey hikaye yavaşlığı, hayata ve olup bitenlere karşı bir eleştirel
konuşkanlık. Hiç yapılmıyor demiyorum, Umut Sarıkaya’nın Naber dergisinde
yaptığı edebiyat uyarlamalarını örnek olarak hatırlatacağım. Sarıkaya, o
uyarlamalarda, sadakatli bir yorum yapmıyor, kimi yerleri ayıklıyor ve öne
çıkartıyor, komik biçimde yerlileştiriyor vesaire ama edebi özgül ağırlığı
bozmuyor, gidişatı bilerek hızlandırmıyor örneğin. Bir başka deyişle Larcenet
ile birlikte aynı edebiyat bahçesinde geziniyorlar. Hatta yaptıklarını
abartmamak için gösterdikleri ironik kayıtsızlık ve mizahi itirazlar bile bana
göre benzer bir havadan nefes alıp veriyor.
Sıradan Zaferler, Marco isimli
bir fotoğrafçının hikayesi. Seri, Marco’nun terapistiyle yaptığı konuşmayla
açılıyor; tedavi gördüğünü, çeşitli anksiyeteleri olduğunu, panik ataklar
yaşadığını, sakinleştirici ilaçlar aldığını öğreniyoruz. Bir terapistle
konuşmaktan veya ilaçlarla yaşamaktan gocunmuyor. Çevresindekilerle uzun
uzadıya konuşması, iç dökmesi ve anlamaya çalışması karakterinin tipik
özellikleri. Kardeşiyle, annesiyle, sonradan kaybettiği babasıyla,
çocukluğundan beri tanıdığı babasının iş arkadaşı Pablo’yla, sevgilisi Emilia
ile derinlere dalarak sohbet ediyor. O konuştukça endişelerini, güvensizliğini,
sorumluluktan kaçma arzusunu tartıştığını fark ediyor, sıkıntılarının bazen
üstünü örttüğünü, bazen aşmaya çalıştığını anlıyoruz. Hikayenin çokkatmanlılığı
en çok bu konuşmalarda kendini gösteriyor. Marco, ebeveynleriyle sorunları
olan, babası gibi tersane işçisi olmaktansa Paris’e sanatçı olmaya giden orta
sınıftan iyi eğitimli biri. Toplu taşıma araçlarından, arabalardan korkuyor,
paniklemesine neden olan gerilimleri var, öfke ve neşe patlamaları yaşıyor,
geçiştiriyor, yüzleşmekten kaçıyor, içine kapanıyor... Fotoğrafçılık işini
tutkuyla seviyor ama çektiği fotoğrafları yetersiz ve başarısız buluyor.
İnsanlardan olabildiğince uzak duruyor, önce kız arkadaşıyla birlikte yaşamak
istemiyor, sonra baba olmaya yanaşmıyor, kızı doğduğunda işleri Emilia’ya
bırakmak istiyor ama nevrotik kişiliği nedeniyle hiçbirinden uzak kalamıyor.
Albümün ilk bölümlerinde belli
belirsiz kendini gösteren politik tutum, Marco’nun ilk gençliğinde çalıştığı,
babasının emekli olduğu tersanenin kapatılacak olmasıyla birlikte
belirginleşiyor. Marco, bir sergi için işçilerin portrelerini fotoğraflamaya
başlıyor. Geçmişini inkar ettiği için iş gibi baktığı bu fotoğraflar giderek
hayatının merkezine oturuyor ve babasından yadigar gibi gördüğü yaşlı işçilerle
vakit geçirir oluyor. Albüm, 2002 Seçimleriyle, Sarkozy’nin başkan oluşuyla
bittiği için siyasi bir yüzleşme de yaşanıyor. Marco’nun nevrotikliği gibi
Paris’le taşra, sağla sol, sahicilikle pozculuk, mahalleyle büyük siyaset,
göçmenlerle Fransızlar, Müslümanlarla Hıristiyanlar, Fransa’yla Cezayir de
diyaloglarda karşı karşıya geliyorlar. Larcenet, o bölümlerde birbirleriyle
çelişen pek çok görüşü farklı karakterlerin ağzından aktarıyor. Kah
mırıldanarak, kah bağırarak, kahrederek…
İlginç ve önemli bir albüm Sıradan Zaferler. İyimserliği, gevezeliği ve
mizahı başarıyla harmanlamış. İyimser çünkü her karakter şu ya da bu şekilde,
birbirini dinliyor ve anlamaya çalışıyor. İnsanların birbirini dinlemediği bir
çağda yaşadığımız için bu vurgu bile albümü iyimser kılabilir. Komik çizgileri
olmasına ve mizahı kullanmayı sevmesine karşın çok da abartılı olmayan sakin ve
mesafeli esprileri var. Mizaha, karakteri derinleştirmek için başvuruyor veya
karakterleri espri yaptıklarının farkındalar. Mizahın kullanımı ve politik
eleştirellik, o komik çizgileri ters köşe yaparak başka türlü gösteriyor. Laf
uzamasın, grafik roman tutkunlarının kaçırmaması gereken bir güzellikle karşı
karşıyayız.
Sabit Fikir, Şubat 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder