Salı, Mart 28, 2017

Araftaki İnternet


“Şimdi bir de internet var üstelik” demeden birazcık geriye gideceğim, Umberto Eco’nun zihin açıcı bir yorumunu hatırlatacağım: “Televizyonlu akşamlarımız artık öyküler anlatmıyor, herşey bir fragmana dönüşmüş durumda”. Benzer ifadeleri başta Baudrillard ve Postman olmak üzere yakınçağın önemli düşünürlerinin kaleminden okumuş olabilirsiniz. Hemen hepimiz, bu türden yargıları kabullenip paylaşırız, çünkü bunun ardında “daha iyi” olan bir geçmiş tahayyülü vardır. Televizyonun olmadığı zamanlarda akşamlarımız yekpare bir bütünlük mü arzediyordu acaba? Madem araç (medium) bu denli önemseniyor, radyolu ya da gazeteli akşamlarımız fragmanlara dönüşmemiş miydi diye sormamız gerekiyor. Örneğin gazeteler, rekabet koşullarının zorlamasıyla “magazine” mantığına dayalıdır ve magazin ile mağaza sözcükleri aynı kökten gelirler. Alışveriş sepetinize istediklerinizi doldurur gibi gazetede de her köşeyi-bucağı okumazsınız, seçersiniz. Radyo da öyledir, bütün bir ailenin milim kıpırdamadan pür dikkat radyoyu dinlemesi romantik bir mittir; Uzun dalga, kısa dalga, Kahire Radyosu, Moskova’nın Sesi derken mutlaka bir dolaşılırdı ta yıllar önce, “ajansın dinlendiği” zamanlarda. Radyonun yanında gazete, onun yanında pikap, dergi dururdu ve dışarıdaki semt sinemasını unutmayın.

Fragmente-parçalanmış bir hayat yaşıyoruz varsayımını şöyle kabul edebilirim. Her yeni iletişim aracı, daha büyük bir nüfusa ulaşır ve kendinden önceki aracın üstünlüklerini massederek ilerler (ilerledikçe seçenekleri ve fragmanları çoğaltır). Yoğunlaşma ve yaygınlaşma ölçeği elbette günbegün artıyor. Yoksa korku ve kaygı dolu serzenişler tarihsel bağlamı dışında pek bir anlam ifade etmiyor, çünkü bu bir vakıa, hep oluyor ve var işte. Yüzyıl önce çıkan gazetelerimize bakarsanız yaslı yeisli iddialarla karşılaşırsınız: “Radyo musikiyi, sinema sahneyi her ikisi birlikte sohbeti öldürdü”. Bugün de internet için benzer bir husumet ve beğenmemezlik sürdürülüyor. Kütüphaneye gitmeyip “google”layan öğrenciye, enformasyon çokluğu yüzünden odaklanamamaya, herkesin yazar olmasına, yüz yüze iletişimin azalmasına kızıp hararetleniyoruz. Oysa hepimiz bakıyoruz internete, hatırlamak, neye bakacağını fark etmek ya da sahiden bulmak için. Çokça zaman harcıyoruz ve bazen hiç bilmediğimiz kitaplara, filmlere, yıllarca aradığımız ayrıntı ve metinlere pat diye ulaşabiliyoruz. Dijital içerik ve download çağında yaşadığımız aşikâr…Tarihin hiçbir döneminde olmayan, bizzat mülkiyetin özel niteliğinin ihlal edildiği bir süreç yaşıyoruz. Paylaşıma dayalı özgür yazılım ve açık kaynak (open source) programları kullanıma açılıyor. Tüm hakları saklıdır (all rights reserved) şeklindeki yasal uyarıya karşı “tüm hakları feshedilmiştir” (all rights reversed) sloganı zuhur ediyor; fikir eserlerinin özel mülkiyete konu olmasına (copyright) karşı çıkan copyleft akım ve kavramından söz ediliyor. Sözü dolandırmayayım, geçmişin güçlü diğer mediumları için de yinelenebilir bu, internet ontolojik olarak bir dönüşüm sürecinin ürünüdür. Öncel olarak verili ya da tamamlanmış değildir: bu sebeple interneti sürekli değiştiğini bilerek sağladığı yeni imkânlarla birlikte değerlendirmek gerekir.

Yıllar önce televizyonda, bir Siyaset Meydanı programında muhalif bir yazar, kendisiyle –sanırım- Sakıp Sabancı’ya eşit konuşma süresi verilmesinin yanlışlığına işaret etmişti, çünkü Sabancı dilerse ve sürenin azlığına kızarsa, kendisine bir tv kanalı açabilirdi oysa yazar ne söyleyecekse ancak kendisine verilen süre içinde söyleyebilecekti. Bugün pek çok kişi kendi web sayfalarından görüşlerini ifade edebiliyor. Elbette bu önemli bir imkân; medya, ticarileştiği, eğlenceye yoğunlaştığı ve anaakım değerleri pekiştirdiği için katılımcı bir demokrasiyi varedemiyor, bu da ayrı bir vakıa. İyimser yorumlara bakacak olursak, internet, yeni bir siyasal alanın, tartışma ve müzakere kanallarının yeniden tesis edilmesini sağlıyor, siyasal katılımı artırdığı gibi farklı ses ve haber gündemlerinin kendilerini varetmelerini kolaylaştırıyor. Doğal olarak bu yorumları epeyce eleştiren var; doğrudan demokrasinin sorunlarının teknolojik değil mantıksal olduğunu iddia edenler, alternatif site ve bloglarda anaakımda yazılanların yinelendiğini ve elit manipülasyonunun bir kez daha pekiştirildiğini belirtiyorlar. Çeşitlilikten ve alternatif gündemlerin varolmasından yana olduğumdan bunu hesap ederek, yapabildiğim ölçüde eleştirel mesafeyi koyarak onları izlemekten yanayım.

Alternatif demişken, Birleşik Amerika’da medyada kullanılan Buckbobbill adlı bir nitelemeden söz edeceğim. Ticari basına karşı alternatif olarak dijital yayıncılık yapan, sorgulayan, html yazabilen, web imkânlarını iyi bilen, hayali bir araştırmacı gazeteci figürü bu. Bilim kurgu kahramanı Buck Rogers, malumunuz Bill Gates ve Watergate Skandalını ortaya çıkaran ünlü gazeteci Bob Woodward isimlerinin bir karışımı yapılmış. Buckbobbill tarzı yayıncılık, geleneksel ve yozlaşan gazeteciliğin alternatifi olarak gösterilen bir ideal. Biliyoruz ki bu tür gazetecilik adlandırmaları esprisi ve heyecanı dışında bir anlam taşımıyor; dijital gazeteciliğin geleneksel gazetecilikten bir farkı yok her şeyden önce, araç mevcut etik ve meslek ilkelerini –ve onların mevcut kullanımlarını- başkalaştıramaz ayrıca. Medyaya siyasal iktidarın gözcülüğünü atfeden liberal yaklaşımları revize etme iddiası taşınıyor bu adlandırmayla. Aktörler değişirse, Buckbobbill gibi ideal bir gazeteci çıkarsa, medya yeniden görevini layıkıyla yapacaktır gibi bir çıkarım baştan yanlıştır. Ne erdemli bir kahraman ne de onun kullandığı yeni bir medium, medya-siyasal iktidar ilişkilerini ve ideolojinin işleyişini baştan ayağa değiştiremez. Üstelik, teknoloji, nötr değildir; zaman ve mekan üzerinde bir taraftır ve tarih gösterir ki, teknoloji egemen sınıfların tercihlerini çoğaltmaya ve sağlamlaştırmaya yaramıştır her zaman.

Görünen o ki olan şu: kim(ler) ve nasıl kullanılıyor tartışması bir yana, bütün mediumlar giderek tek bir çerçevede toplanıyor. Varsayalım, internette şehirdeki suç oranının artışıyla ilgili bir haber okuyorsunuz. Haber, birden çok sayfaya açılacak biçimde (layering) hazırlanmış; birinde Valinin açıklamalarına göz atıyorsunuz, diğerinde konuyla ilgili bir köşe yazısı çıkıyor karşınıza, bir başkasında gazeteye gelen ihbar telefonunun ses kaydını dinliyorsunuz. Cinayetlerden birinin olay sonrası görüntüleri ve uzman görüşlerini de izleyebiliyorsunuz. Daha önemlisi, mesela bir harita çıkıyor haberdeki linkten, imleci gezdirdikçe, hemşehrisi olduğunuz şehrin hangi semtinde ne oranda cinayet işlendiğini görebiliyorsunuz. Haberin altında okur ve izleyici yorumlarını, tartışma forumlarını ayrıca okuyabiliyorsunuz. Günümüzde önemli gelişmeler, halen televizyondan izleniyor, internet, radyo ve gazetelere göre ilerde olsa da televizyonu henüz geçebilmiş değil. Ama hemen tüm dünyada yapılan anketler gösteriyor ki her gün gazete alanlar nadiren 30 yaş altından çıkıyor ve Tv haberlerini takip edenlerin yaş ortalamasıysa sürekli yükseliyor. Hal bu olunca, “genç” internetin, kendinden önce gelen bütün mediumları tekeline alacağını görmek, kapitalizmin işleyişi gereği kehanet olmaz. Bir çeyrek asır sonra, kuşak değişimi yüzünden internet öncesi dönemi hatırlayanlar dahi azalacak. İnternet ile ilgili olumlu beklentileri yüksek tutmak ya da endişeyle hayıflanmak sahiden abes. “Gerçek” Çehov’un dediği gibi “ikisi arasında bir yerde”, arafta sanki. 

[2010 yılında yazmışım.]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder