Cuma, Mart 24, 2017

Aklımdaki, edebiyata iştah gösteren birilerine ulaşmaktı


Seçkiler, derlemeler genellikle bir nesnellik iddiasıyla yapılır. Sizin seçimleriniz ise oldukça öznel duruyor. Kimin hakkında yazıp yazmayacağınızı nasıl belirlediniz?
Nesnellik bir iddiadır ve nesnelliğin mümkün olamayacağını iddia edenler de vardır. Doğrusu aldığım akademik eğitim gereği asıl o iddiaya, “mümkün değil” diyenlere yakınlık duyarım. Nesnelliği irdeleyebilir ve sağlamasını yapmaya çalışabiliriz. Ne yaparız? Tez yazarken farklı kaynaklara bakabilir, mukayeselerde bulunur, o iddia öncesinde yazıp çizilen ve söylenen her ne varsa derler toparlarız. Dipnot verir, kaynakça yaparız. Ben seçki ya da derleme yapmıyorum. Şiirden, romandan nasıl nesnellik beklenemezse yaptığım şeyden de beklenemez. Bunların birer yorum, his veya iddia olduğunu bilmiyorum söylememe gerek var mı? Doğal olarak kişisel tercihlerim, okumalarım, beğenilerim ve takıntılarım var yazdıklarımda. Neyi önemsedim veya neleri bir seçim ilkesi olarak belirledim derseniz eğer, öyle ahım şahım büyük kıstaslarım oldu diyemem. Yakın döneme, bugünün yazarlarına pek rağbet etmedim. Bu tarza devam edeceğim için yakından tanıdığım insanları yazmamaya da çalışacağım diyebilirim. Ömrüm olursa, enerjim olursa, anılarımı yazarsam onları ayrıca anlatacağım diyeyim.

Halen editörlük yaptığınız ve pek çok yazarla çalıştığınız için mi böyle bir ayrım yapıyorsunuz?
Olabilir, bu da haklı bir gerekçe sonuçta. Geçim sıkıntısıyla, hayatımı sürdürebilmek için editörlük yapıyorum. Yaptığım işi daha da zorlaştıracak her şeyi hesap etmek durumundayım. Sonuçta farklı karakterleri olan insanlarla, yazarlarla çalışıyorum. Onlara ve çalıştığım yayınevine karşı sorumluyum. Yazmamayı tercih ediyorum.

Portrelerin çıkış noktası ne oldu?
Yıllar önce Turgut Çeviker’in yayımlandığı Güldiken dergisinde mizah dünyasıyla ilgili aynı tonda yazılar yazmıştım. İlk adı Kılçıklı Fasulye’ydi, sonra Mizah Mahallesi yaptım. Şehre Göçen Eşek kitabımda o yazılar derli toplu yer aldı. Yayınevinin Türkçe edebiyat kitaplarının arka kapak yazılarında da benzer bir dil kullanıyorum. En son Resimli Türkçe Edebiyat Takvimi’nde yazdım bu portrelerin bir kısmını. Tabii Takvim çok ağır bir iş… Sürekli malzeme ihtiyacı olan inşaat gibi… Yedek gibi yaparım, söz verilen yazılar gelmezse kullanırız diye başladım yazmaya. Başka bir şeye dönüştü en sonunda. Yazma işinde mutlu olmak önemli. Yaptığım pek çok işin dışında bir şey bu yazdıklarım.

Şiir tadı var…
Var evet, İletişim şiir yayımlamıyor. Yayınevi kurulurken böyle bir karar almışlar. Ben ucundan kıyısından sınırları zorlamış oldum.

Şiir kitaplarını takip ediyor musunuz?
Evet demem haksızlık, hayır demem yanlış olur. Bir iddiam yok. Şairleri yazar olarak ilginç buluyorum. Neredeyse hiç şair arkadaşım yok, onu da söyleyeyim.

Siz şiir yazdınız mı?
Hayır demem gerekiyor, herkes kadar bile şiir yazmamışımdır.

Portresini yazdığınız kişiler arasında övdükleriniz de var, yerdikleriniz de. Güzellemelerle dolu bir kitap değil bu.
Bu sizin yorumunuz, buna her okuyan başka türlü karar verebilir. Genelde iyimser bir kitap yazdığımı düşünüyorum. Bunlar kısacık şeyler. Etkisi ne olabilir? İştah açıcı olabilir, ilham verici olabilir. Kolay okunuyorlar, kolay okundukları için hemen karar verilebiliyor. Bana sıklıkla mesela o cümleyle ne demek istendiğim soruluyor, açıklamam isteniyor, itiraz ediliyor. Yapacak bir şey yok. Bir hayatı uzun uzadıya anlatmak isteseydim başka bir şey yazardım.

Aziz Nesin’i iki kere yazmışsınız,  çok sevdiğiniz başkaları oldu mu?
Aziz Nesin hakkında söyleyecek çok şeyim var ama genelde sevdiklerimi yazdım, belki başkalarını da birer kere daha yazarım. Aziz Nesin’i iki kere yazmam planlı bir şey değildi, bir baktım ki yazmışım. Yaşlı bir Pardayan’ım, unutuyorum.

Tanpınar ile ilgili, "Türkçenin en güzel nostaljisi, modern romanı ve güfteli iç sızısı," diyorsunuz. Neden en güzel nostaljisi? Bir de Tanpınar'ı "modern" kılan eksenleri nasıl tarif ederdiniz?
Sözünü ettiğim şey bu işte, huysuzluk etmiş oluyorum ama benden istediğiniz şey bir makale konusu. Nostalji nedir ile başlayıp modern romanın kıstaslarını sıralamam gerekiyor. Yapmayalım bunu, yapmak isteseydim zaten öyle yazardım. Nostalji bir yazarın tarihe veya maziye bakarken takındığı tutum değildir, sadece bu değildir. Tanpınar, anıt mezar gibi dolaşan, iç gıcıklayıcı bir mazi rüyasını yaşatan biri değildi, elbette değildi. Akademiden etkilenmiş biriydi. Sizin sorunuz da akademik. Nostalji bir histir, fasılalarla kendini gösterir. Para sıkıntısı çeken, beğenilmemekten korkan biri nostaljik olamaz mı diyeceğiz? Tanpınar, bir yere dönmek istediğinde maziye dönüyordu, en çok oradan besleniyordu. Yahya Kemal de nostaljiktir, Nazım Hikmet değildir. Bazen insanlar yaşlanmaya karar verirler, geçmişe sığınırlar. Halide Edip öyledir, Aziz Nesin hiç girmemiştir o yola. Geçmişe sığınmak ya da sığınmamak, nostaljiyle doğrudan ilgili olmayabilir. Bazıları, hep yaşlı adam gibi konuşurlar, mesela Peyami Safa öyledir. Maziye sığınarak otoritelerini meşrulaştırırlar. Bu da nostaljidir diyemeyiz. Tanpınar’ın sızısı nostalji.

O zaman şunu sorayım, akademi ile edebiyat örtüşmüyor mu?
Pekâlâ örtüşebilir, içeriğe bakılması gerekir diyeceğim ama önyargıları işleten bir yönü var bu ilişkinin. On iki sene üniversitede çalıştım, roman okumayı vakit kaybı olarak gören insanlar çoğunluktaydı. Tersinden bakalım, Tanpınar’ın yazar olarak o denli ciddiye alınmaması hocalığından kaynaklanır. Öldükten sonra romanları kaldı geriye, o mirasa, çağdaşı olmayan edebiyat okuru ilgi gösterdi. Edebiyatçı ve doktora yapmış yazar yok mu? Var ama akademisyenliği o kadar bilinmiyor olabilir. Edebiyat, öğretmenlik kaldırmıyor bana sorarsanız.

Kuş Eppeği’nde birtakım göndermeleri anlamak, yaptığınız ironileri kavramak ve incelikleri görebilmek için aslında söz konusu şahsiyetleri ucundan kıyısından bilmek gerekiyor. Bu bilinçli bir tercih miydi? Yani okuyucuda bir merak uyandırmak, eşelemeye sevk etmek mi istediniz bir bakıma?
Evet, bir oyun çağrısı var, yapmadım diyemem. Bir yandan da olabildiğince yalın ve anlaşılır olmak istedim. Her yazar, az ya da çok, öyle ya da böyle, bir okur tahayyül eder ve her zaman beklemediği bir okurla karşılaşır. Benim aklımdaki, edebiyata iştah gösteren, kimmiş bu diye merak eden birilerine ulaşmaktı. Kitapla ilgili aldığım en güzel methiye “Bana okuma kılavuzu çıkardın,” demeleri oldu. Kolay gaza geliyorum galiba; acaba dedim, Türkçe edebiyatla ilgili bir roman dökümü mü yapsam?

Böyle yazmayı sevdiğiniz anlaşılıyor. Devamı gelecek o zaman?
İsterim tabii de, üç günlük dünya, nasip kısmet…

[Söyleşi, edebiyathaber'de yayımlanmıştı.]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder