Salı, Şubat 19, 2019

Gaiman Masalları


Neil Gaiman, global dünyanın çoksatar yazarlarından biri. Epik dile olan hâkimiyeti, hikâye evreni kurabilme ustalığı, aktüelle mesafesi ve ölçülü muhalifliğiyle uzun yıllar popülerliğini koruyacak, öyle anlaşılıyor. Genç kalabilen veya genç okura hikâyeler anlatabilen bir yazar. Fantastik edebiyatın içinde kalarak korku türünün popüler referanslarını kullanıyor. Ölüm, ölümden sonraki hayat, din mitolojisi, insan dışı varlıklar ilgisini çekiyor. Gaiman, pek çok ünlü korku edebiyatçısı gibi insanlardan çok yaratıklara yakın durmayı seviyor. İyilik ve kötülük meselesine odaklandığı için insan tekinin kibir, hırs, haset ve acımasızlığını kıyasıya eleştiriyor.

Malumunuz, yaratıkların -istenmeyenlerin ve azınlıkların- dışlanması, sürek avına dönüşmeleri, hayata karşı muhalif duruşu nedeniyle edebiyatı cezbeder. Yaratıklara yönelik tedhiş ve baskı, yaratıkların mağduriyeti, sonsuz yalnızlıkları ve bunu dillendirme biçimleri tek tek edebiyatın meselesidir. Bütün korku anlatılarını edebiyata ve sanata yakınlaştıran da, bana kalırsa, en çok bu eğilimdir. Yoksa, gündüzün geceye, cennetin cehenneme galebe çalmasının veya iblisin er ya da geç mağlup edilmesinin aksiyon hazzı dışında adamakıllı bir anlamı yoktur. Hepsi, bilindik ve tek kelimeyle çocuksudur ve ancak o kadar işlevi olabilir. İblisin tecrit ve sürgündeki tek başınalığının, asırlar süren acımışlığının betimlenmesi veya bir yaratığın insanlara olan öfkesinin anlatılmasıysa merak uyandırıcıdır. Bunu yapmak demek, şimdiki zamanı, ahlâkı, adaleti ve genel geçer değerleri eleştirmek demektir. Kötülerle savaşan kahramanın işini zorlaştıran, onun karşısına zekâ ve vicdanı çıkaran iddialı bir savunmadır. İblis ölse de, mağlup olur bu yolda galip diyelim. Kahramanı ve okuru etkileyen, huzursuz eden, aksiyon mantığının üzerine çıkaran başka bir merhaledir bu. Son çeyrek yüzyılda canavarları edebi olarak derinleştiren, psikolojilerini, yaralı ruhlarını belirginleştiren bir anlatım eğilimi gelişti. Vampirin ısırığından çok, vampirin tekdüze hayatından duyduğu bedbinlik, ürkütücü Frankenstein’dan çok onun dünya karşısında hissettikleri ilgi çeker oldu. Benzer bir yönseme geçmişte yok değildi ama bu derece koyulaşabilmiş değildi. Bir vampiri, etnik ya da cinsel azınlıktan biri gibi düşünmek, ergen mutsuzluğuyla harmanlamak, canavarın değişimini bir büyüme hikâyesi olarak görmek, daha ziyade yakın döneme özgü bir yoğunlaşma oldu.

Gaiman, tam da böyle bir dönemin yükselen yazarlarından; tavrı, tahkiyesi ve finalleri yenilikçi olan isimlerden. Nasıl yazıyor? Dili masalsı ve şiirsel... Tutkulu okurları onu tarif ederken en çok büyülü bir dili olduğunu söylüyorlar. Şekspiryen bir auradan söz ediyorlar. Bazen sert ve gerçek gözükmek için argoya başvuruyor ama neredeyse hiç kullanmıyor denebilir. Clive Barker gibi kan ve iğrençlik dolu sahnelerle hatırlanmıyor. Stephen King kadar Amerikalı, Alan Moore kadar siyasetle meşbu değil. Onun hikâyeleri başka bir düzlemde geçiyor: bir ara evrende, bugüne ve yaşanan hayata paralel bir başka yerde. Hayat, onun evreninde süreklik gösteriyor, ölüm bir son değil, başka bir evrenin başlangıcı oluyor. Ölüler, ruhlar, hayaletler, cadılar, cinler, gulyabaniler, arafta kalanlar, insanlarla birlikte yaşıyorlar. Karakterleri, hele ki korkuyla bahsedilen bir canavarsa, insanlara güvenmemesi gerektiğini, kendini sakınarak yaşamak zorunda olduğunu biliyor, önce intikam ve nefret hissiyle sertleşiyor, sonra bunun hayatın bir doğal sonucu olduğunu kabullenerek yaşamasını öğreniyor vs. Karakterleri epeyce teatral konuşuyorlar, imalar, metaforlar kullanıyor, göndermelerde bulunuyorlar. Görünenin ardındaki anlamı fısıldayan gösterişli düsturlar zikrediyorlar. Büyük sırları; o sırları bilen ve merak edenleri oluyor. Hikâye evreninde bizi gezdirerek yaşadığımız hayatın ve gündeliğin alternatiflerini gösteriyor. Bu dünyaya benzeyen, daha kesin çizgili bir başka “yer”, bir başka ülke orası. Katmanları, muamması, hiyerarşisi olan bir başka oluşum.

Gaiman’ın en ünlü çalışması hiç kuşku yok ki Sandman. Yakın dönemin en şatafatlı serilerinden biri olan, 1989-96 yılların arasında 75 sayı yayımlanmış, itibar görmüş, çok satmış, halen konuşulabilen bir çizgi romandan söz ediyoruz. Sandman, yukarıda değinilen, başka yerlerden birinde geçiyordu. Dünyaya, başka bir evrene, cehenneme, arafa, uzak bir gezegene benzeyen bir yerde, bazen dünyada, bazen geçmişte olup bitiyordu hikâyeleri. Tek tek duygulara indirgenmiş karakterleri, büyük günahlardan beslenen çatışmaları, yalancıları, yorgunları, narsistik hezeyanları olan insanları ve insansı varlıklarıyla Sandman hem süper kahraman evrenini hem de edebi yavaşlığıyla antik tiyatroları andırıyordu. Yayımlandığı dönem için ayrıksı bir niteliğe sahipti, hikâyeden çok diyalogları dikkat çekiyordu. Bu durum, çizgi roman için yenilikti, çünkü türün temel özelliği muktedir kahramanın bitimsiz eylemleriydi.

Gaiman, süper kahramanların epik ve kibirli dilini gündeliğe yaklaştırıp sertleştirmiyor, gerçekçi olmak gibi özel bir çaba içine girmiyor, aksine masal ve rüyalara özgü bir akışkanlıkla daha şairane bir dil istifliyordu. Garip bir yumuşaklığa sahipti, acılarını ve öfkelerini konuşarak, sözcüklere yüklenerek gösteren kahramanları seviyordu. Kırılgan, yetmişli yılların rock yıldızlarını hatırlatan, mağlup olduğunun farkında olan birileri konuşuyor gibiydi. Gaiman, kederliydi ama bu keder, yanı başımızda, sokakta, medyada, günümüzde değil masallarda, rüyalarda, uyuduğumuzda ortaya çıkan yaldızlı bir kederdi. Hiçbir biçimde yerel değildi, seçkinci bir romantizme ve nostaljiye sahipti. Hikâyelere çok uygun çizgicilerle çalışılması, Sandman’in kum gibi oradan oraya sürüklenen muğlaklığını başarıyla güçlendiriyordu. Renk seçimleri, kaligrafisi, balonların farklılığı, sayfa tasarımları iyi hesaplanmıştı. Sandman atmosferi, mekân olarak, karakter iklimi olarak hiç resmedilmemişti denemez ama Gaiman onu bir eski edebiyat tutkunu gibi kafiyeli ve mecazlı bir dille bezeyerek taklit edilemez kıldı. Sandman’i sevmek ya da sevmemek bu dille ilintiliydi.

Sandman, Türkçede yeniden yayınlanıyor. Benzersiz bir çizgi roman, çarpıcı diyaloglar, kimileri gerçekten olağanüstü olan fantastik hikâyelerle tanışmak isterseniz, Sandman’ı okumalısınız. Üstelik geçen yüzyılın en çok konuşulan edebi eserlerinden birini, bir grafik roman klasiğini keşfetmiş olacaksınız. Keşfetmek iyidir, maceralıdır.

Sabit Fikir, Kasım 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder