Ramize Erer, Türkiye’nin en üretken çizgicilerinden biri.
Uzun yıllar haftalık dergilerde, günlük gazetelerde çizmek, üstelik bunu
belirli bir niteliğin altına düşmeden başarabilmek az şey değil. Hele bir
dönem, başta Kötü Kız tiplemesi olmak
üzere cinselliğini meydan okuyarak alenen yaşayan, cevval ve tedirgin edici
genç kadın mizahını çok iyi anlatmıştı. Şehirli orta sınıf gençlerin hayatlarını
komikleştirerek resmedilme mahareti göstererek popülerleşmişti.
Erer, epeyce bir süredir yurt dışında yaşıyor ve eskisi
kadar “görünmüyor”. Şöyle de olabilir, ülkenin muhafazakârlaşmasıyla onun hikâyelerine
ve cinselliğin kıyılarında gezinen bir mizaha pek rağbet edilmiyor. Bu nedenle
Erer’le gazetelerde karşılaşamıyoruz. Ne yapıyor şimdi peki? Bayan Yanı dergisinde daha otobiyografik
nitelikli çizgi romanlar üretiyor, çok yazılı ve belgeselvari işler diyebiliriz
bunlara. Yakınlarda çıkan Kız Hikâyeleri
albümü bu işlerin bir toplamı olmuş.
Otobiyografi faslını biraz açalım, yaşadığımız dönemin global çizgi üreticileri ekseriyetle geçmişlerini, özyaşam öykülerini anlatıyorlar, hele grafik romancılar. Edebiyata yakınlaşma arzusu, tuhaf bir teşhircilik, ifşa etmek, genelde itiraf kültürü bu eğilimin neden ve sonuçları olarak gösterilebilir. Büyük serüven anlatılarının yerini alan bu minimal hikâyeler genellikle aile sırlarını, kuşak çatışmasını, sancılı büyüme hikâyelerini içeriyor. Otoriterliğin eleştirildiği anlatılar oldukları da söylenebilir. Çizerlerin kendilerini tipleştirmesi, bizatihi hikâyelerinin kahramanları olması sık rastlanır bir durum olmakla birlikte Türkiye’de benzer nitelikli bir otobiyografik çizgi roman geleneği var diyemeyiz.
Otobiyografi faslını biraz açalım, yaşadığımız dönemin global çizgi üreticileri ekseriyetle geçmişlerini, özyaşam öykülerini anlatıyorlar, hele grafik romancılar. Edebiyata yakınlaşma arzusu, tuhaf bir teşhircilik, ifşa etmek, genelde itiraf kültürü bu eğilimin neden ve sonuçları olarak gösterilebilir. Büyük serüven anlatılarının yerini alan bu minimal hikâyeler genellikle aile sırlarını, kuşak çatışmasını, sancılı büyüme hikâyelerini içeriyor. Otoriterliğin eleştirildiği anlatılar oldukları da söylenebilir. Çizerlerin kendilerini tipleştirmesi, bizatihi hikâyelerinin kahramanları olması sık rastlanır bir durum olmakla birlikte Türkiye’de benzer nitelikli bir otobiyografik çizgi roman geleneği var diyemeyiz.
Erer bu bakımdan yeni ve iddialı bir işe kalkışmış.
Balkanlardan göçen atalarının, onların çocuklarının, hısım ve akrabalarının aile
hikâyelerini anlatmaya niyetlenmiş. Başlı başına ilginç bu yönüyle, üstelik
anlatım diline hassasiyet gösterdiği, cümlelerine edebi bir kıvam kattığı hemen
fark ediliyor. Başka türde bir işe yöneldiği, başka bir biçimde yoğunlaştığı da
anlaşılıyor. Her üreticinin kendi rutini dışına çıktığı çalışmalar vardır. Hep
aynı türde işler yapmaktan sıkılmıştır, daha yenilikçi bir işi hayal ediyor,
yapmaya çalışıyordur vs. Kız Hikâyeleri,
yanılıyor olabilirim ama bana öyle geldi, Erer’in böylesi bir arzuyla ürettiği,
iştahlanarak çoğalttığı hikâyelerden derlenmiş bir albüm olmuş.
Buna karşılık zor okunan hikâyelerden oluşan bir albüm de
olmuş. Bunun iki temel nedeni var. Birincisi, kareler arasında ardışıklık
dediğimiz devamlılık pek yok. Görselliğe değil metne yüklenilmiş, metinle ilerleyen
bir anlatım dili çıkmış ortaya. Gerçekçilik kaygısı, geçmişi tam anlatma
ısrarı, çizgiyi değil metni öne çıkarmış. Çizgi roman olması hikâyeye bir kolaylık
getirmemiş. İkincisi, Erer, aile hikâyesinde yakınlarını fotoğraf gerçekliğinde
benzetmek istemiş. Bu durum, hikâyeye ve kendisine gereksiz bir yük bindirmiş.
Oysa okur, o Enişte’yi o Abla’yı hiç bilmediği/hiç tanımadığı için benziyor
–benzemiyor diyebilecek konumda değil. Hiç görmediği, hiç bilmediği insanlarla
ilgili böyle bir meselesi doğal olarak olamaz. Erer gibi kıvrak çizgili, ne
yaptığını bilen bir çizerin bu benzetme anaforuna kapılması hikâyeyi bazen
iyiden iyiye donuklaştırmış. Ne zaman çizgi roman dilini hatırlasa hikâye
hızlanmış, normalleşmiş… Ne zaman fotoğrafımsı olsa veya metne yüklense anlatı yavaşlamış.
Bir yanda metne dayanan ve birbirini takip etmeyen kareler diğer yanda kimin
kim olduğu anlaşılmayan karakterler enikonu sorun olmuş. Edebilik ve belgeselci
yön hikâyeleri bazen çok hantallaştırmış. Erer, sanki bunları yazsaymış, bence
bunu yapabilirmiş, çizgi roman değil de doğrudan yazıya dönüştürseymiş, daha
doğru olurmuş, araya katılan illüstrasyonlar çeşni olur, metni hayli
tatlılaştırırmış.
Bir parantez açacağım: Türkiye’de çizgi roman üreticilerin
kendileri için özel olan itibarlı bir işe kalkıştıklarında metne ağırlık
vermelerini itiraf ediyorum doğru bulmuyorum. Kimse onlardan gazeteci, akademisyen
ya da araştırmacı olmalarını beklemiyor. Onlardan istenen çizgi romanın imkânlarını
kullanarak iyi hikâye anlatmaları… Hissettiğimi söylüyorum, çizgi roman
üreticileri yıllarca yazıp çiziyorlar ama yeterince saygı görmüyorlar.
Yaptıkları sanat olarak görülmüyor, edebiyat ve sanat dergilerinde, kitap
ilavelerinde hatırlanmıyor, önemsenmiyorlar. Bunun bir memnuniyetsizlik
yaratması normal. Buna nasıl tepki veriyorlar peki? Her nedense köşe
yazarlığına ya da edebiyatçılığa meylediyorlar böyle durumlarda. Çizgiye değil
yazıya ağırlık veriyor ve yazıyı sanıyorum bir itibar ifadesi, bir sanat ve
edebiyat karinesi olarak görüyorlar. Çizgi roman söz sanatlarını kullanmakla
birlikte, bir makale, bir roman ya da hikâye değildir, gücünü kendine özgü
anlatım dilinden alır. Tek bir sözcük kullanmadan da anlatacağınızı
anlatabilirsiniz. İtibar ararken ortaya çıkan o çok yazının maddi karşılığı,
itibar değil okunacak çok yazı oluyor. Bu kadar çok yazı, bir noktadan sonra görsellikle
bağını kuramaz bir hale geliyor. Resimle-yazı arasındaki bağ kopunca görselin
gücü azalıyor. Çizgi roman kendi olmaktan çıkarak metnin kölesi oluyor. Yazıyı
destekleyen resimlere dönüşmesi onu illüstrasyon ve magazin vinyetine indiriyor.
Çizgi romanda karakterinizi hemen özdeşleşecek biçimde
gösterebiliyor, devamlılığı bu özdeşleşmeyle kolaylaştırabiliyorsunuz. Erer, Kız Hikâyeleri’nde karakter oluşturmaya,
aile geçmişini tahkiye ile kurmaya niyetlenmemiş veya bir devamlılık kurmamış.
Yazarı gereğinden fazla konuşturmuş, oysa hayıflanarak söylüyorum, daha
yenilikçi bir dil istifleyebilirdi. Yazıyı yazarken-albümü okurken hep aklımda
bu vardı: beklentimi niye yüksek tutuyorum, abartıyor muyum? Erer, ortalamanın
altında bir iş çıkarmış değil ki… Dünyadaki grafik roman eğilimi, en çok kadın
çizgi romancılara yaradı, en çok onlar öne çıktılar. Abartmam biraz da ondan
olabilir. Bana kalırsa, Türkiye kadın grafik romancıları ve onların kadın
hikâyelerini bekliyor. Sadece okur olarak beklentimi söylemiyorum, potansiyelimiz
olduğuna ve yapabileceğimize inanıyorum.
Radikal Kitap, 26.2.2016
Radikal Kitap, 26.2.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder