(...) 2007’de üniversiteden ayrıldım, arada
yarı akademik yazılar yazıyorum, bazen yazmak da istiyorum ama galiba, o
alandan uzaklaşmış durumdayım. Roman yazmayı da şimdilik düşünmüyorum. Benim çizgi romanla ilgili ilk senaryom
1985 yılına ait, eski çizgi roman dergileri karıştırılırsa bu konuda bir
tutkum olduğu zaten görülebilir. Pek çok arkadaşım ve tanıdığım, benim
çizgi romanla bu ölçüde ilgilenmemi pek anlamlı bulmuyor. Kendilerine
göre daha anlamlı ve büyük işler yapabileceğimi düşünüyorlar. Bir Hocam,
daha yeni, üç hafta kadar önce, imalı bir biçimde “bayağı sardırdın bu
çizgili işlere” dedi bana. Benim bu yönümü bilmiyor, ders anlatan, tuhaf
şeyler bilen, kütüphanelerde vakit geçiren arşivci yönüme bakarak
konuşuyor. Benim derdim ise şu, hayatımı mutlu olduğum işleri yaparak
sürdürmek istiyorum. Yazabildiğim kadar senaryo yazacağım, aralıklarla
televizyon ve sinemaya işler yapacağım. Hikâye anlatmak kadar güzel olan
çok az şey var bu dünyada. (...) Fransa’da çizgi roman çok sevilir ama orada da üreticilerden benzer
şikâyetler duyabilirsiniz. Sanattı değildi, önemliydi önemsizdi, hepsi
bana çok uzatılmış şeyler gibi geliyor. İnsanların egolarını korumak
adına birbirlerini ve karşılarına çıkan her şeyi küçümsedikleri bir
dünyada yaşıyoruz. Bunlarla uğraşmak için genç değilim artık, hepsi
unutulacak, aslolan yapıp ettiklerimiz, iyi hikâyeler er ya da geç fark
edilirler, işimize bakalım, hayat dediğimiz dar vakit demek… İyi hikaye,
okunur, sevilir, hatırlanır ve itibar getirir…
[Berat'la birlikte yaptığımız söyleşinin tamamı ÖtekiSinema'da...]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder