Salı, Eylül 05, 2023

Konuşkan Bir Zweig


Birkaç yıl önce Laurent Seksik’in Stefan Zweig’in son günlerini anlatan aynı isimli başarılı bir romanı yayınlanmıştı. Başarılıydı, çünkü Zweig’in ruhuna ve edebi üslubuna öykünerek yazılmıştı. Akıllıca yazılmıştı, rahat okunuyordu, gerçekçi bir dili vardı ve roman boyunca hüzünlü bir atmosfer ustalıkla kendini varedebiliyordu. Can Yayınlarından Sosi Dolanoğlu’nun çevirisiyle çıkan kitabın çizgi roman uyarlaması yayınlandı yakınlarda. YKY’den Haldun Bayrı çevirisiyle çıkan uyarlamanın senaryosunu yine Seksik yazmış, çizgilerse Guillaume Sorel’e ait.

Yakın tarihli bir romanın çizgi roman uyarlaması yapılması zaten ilginç; bunu bizzat yazarının yapması, üstelik senaryoyu romana sadakat göstermeden kurması iki kere daha ilginç olmuş. Çizgi romanla ilgilenen herkesin romanla çizgi romanı karşılaştırarak okumasını öneririm. Çünkü farklı tercihlerde bulunmuş yazar, devamlılığı güçlendiren bir kurgu oluşturmuş. Çizgi romanla edebiyatın anlatım dilleri aynı değil, birinde sözcüklerle düşünüyorsunuz diğerinde diyaloglar ve ardışık sahnelerle. Sizin romanda sözcüklerle evirip çevirdiğiniz, okurun tahayyülünü yönlendirdiğiniz, uzun uzadıya işlediğiniz bir betimlemeyi, çizgi romanda ressam tek bir karede kısa yoldan ‘gösteriveriyor’ çünkü.

Zweig’in Petropolis’teki çalışma odasının nasıl olduğunu romanda ayrıntısıyla anlatmak, bu ve benzeri atmosfer tarifleriyle kendisini intihara götüren o koyu kasveti, günbegün kararan evi, okura hissettirmek zorundasınız. Eprimiş bir eşya, süssüz bir perde, yemek odasının ortasındaki tahta masa veya sapından eğilmiş bir bıçak okura duygu olarak sirayet edebilir. Okura geçmesi gereken ve sayfalar ilerledikçe pekişecek olan duygu, Zweig’in intiharıdır. Okur, ne olacağını biliyordur, biz o son günleri nasıl yaşadığını, mutsuz, çaresiz, çıkışsız, acı çeken, içine kapanan Zweig’in ölmeye nasıl karar verdiğini görmek isteriz. Geriye dönüşlerle onu o noktaya getiren hayal kırıklıklarını öğreniriz.

Seksik, roman zamanında ileri geri sıçrayan, bazen belgesel tadı veren detaylarını senaryolaştırırken pek kullanmamış veya bu yükü Sorel’in görsel gözüne devretmiş. Sorel, bence iyi bir seçim olmuş, 90’lı yıllardan beri çizen tecrübeli bir isim. Çizgi dünyasının yıldızlarından biri değil ama bana sorarsanız iyi bir işçi. Kaldı ki böylesi bir uyarlamada ister istemez yazar konuşulur, çizer değil.  Gerçekçi bir çizgi olsun istenmiş, onu sağlamış, hüznü belirginleştiren bir renk kullanımı olmuş, belgeselci vurgu gerektirdiği için dönem aurası ve benzerlik iddiası ortalamanın altına düşmemiş… Bunlar hep olumlu katkılar…

Öte yandan bir edebiyat uyarlamasında sadece resmetmekle yetinemezsiniz, örneğin romanda az konuşan, sadece düşünerek, hissettiklerini anlatan birini çizgi romanda başkalaştırmak, konuşkanlaştırmak gerekebilir. Zweig, romanda geçen, doğum günü nedeniyle verilen yemekli bir davette, misafirlerin önünde bir şiir okuyor, ölümünün habercisi olan dizeler içeren bir şiir bu. Karısı Lotte, bunu fark edince ağlayarak odadan çıkıyor. Zweig, misafirlerden özür dileyerek karısının ardından gidiyor ve onunla teskin edici bir konuşma yapıyor: ‘avutucu birkaç söz fısıldadı kulağına, bir mendil alıp yanaklarını, alnını sildi’.  Çizgi romanda bu dramatik sahneyi böyle geçiştiremezsiniz, Seksik de geçiştirmemiş, doğrusunu yapıp genişletmiş, karı kocayı konuşturmuş, o avutucu birkaç söz neymiş, eklemiş senaryoya. Lotte’nin şiirden ne anlam çıkardığını, hangi sözcüğün onu yaraladığını söyletmiş, işaret etmiş okura. Roman yazarken okurun algısına bırakılan o kısacık sahneyi güçlendirmiş. Bir yönüyle basitleştirmiş denebilir, bana sorarsanız görsel olarak sahnenin değerini yükseltmiş. O sahnede Lotte ağlıyor ve biz karı kocanın ilk kez intiharı konuşup tartıştıklarını görüyoruz. Tek bir cümleyle anlatılmaması gerekan, hikâyeyi hızlandıran, okuru finale hazırlayan bir sahne, romandaki yeri ile çizgi romandaki yeri birbirinden farklı bu yüzden. Romanda atmosfer yaratan bir yazar, çizgi romanda drama kurallarına sadakat gösteren bir senarist olmuş. Suskunlaşan ve konuşan iki ayrı Zweig kullanılmış bile diyebiliriz buna.

Siksek, çizgi romanın finalinde ‘göstermekle’ ilgili romandan farklı bir tercihte bulunmuş, malum, gerçek hayatta Zweig ile Lotte elele tutuşarak, yan yana, birbirlerine sokularak yatağa yatarlar, birlikte zehir içerek intihar etmişlerdir. İkiliyi evde ölü olarak bulanlar tarafından çekilen resim, sanıyorum geçen yüzyılın en dramatik fotoğraflarından biridir ve Seksik’in romanının çıkış noktası bile olmuş olabilir. İnsanın içini parçalayan, aşk kadar çıkışsızlığı anlatan, hafızalarda yer eden, tedirgin edici bir resimdir. Roman, bu sahneyle bitiyor ama çizgi romanı, görsel olarak gerisinde kalacaklarını düşünmüşler ki o resimle bitirmemişler. Fotoğrafın aslını koysalar, kendi gerçeklik düzlemlerini tahrif edeceklerine inanmışlar, aynısını çizmeye de yeltenmemişler, bu kadar popüler bir fotoğrafla rekabet edebilmek kabul ediyorum kolay değil. Seksik, çizgi romanın finalinde karı kocanın ayakta birbirlerine sarılmalarına zoomla yaklaşmayı tercih etmiş, anlatım kutularına, metne yoğunlaşmış ve şiirsel bir dil kullanmış, bence gerekçesi ne olursa olsun finalde romanın gerisine düşmüşler.

Hoş bir romandı Zweig’in Son Günleri, Zweig’a sahici bir saygı gösteriyordu. Çizgi roman uyarlamasıysa, iyi ya da kötü demeyeceğim, başka bir bağlamda yeni bir yorum olmuş, kıyaslayarak okunması illa ki faydalıdır. Bitirirken albümün çizeri Sorel’in geçen yıl Guy De Maupassant’tan Le Horla isimli bir edebiyat uyarlaması yaptığını yayıncılara duyurayım. İlgilenen çıkabilir… 

Radikal Kitap, 21.8.2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder