Çarşamba, Ekim 04, 2023

Dövüş Kulübü Hakkında Konuşma!


Eğer kapağı görüp bu yazıyı okumaya niyetlendiysen ve sahiden okumaya başladıysan, okuyorsan, ey okur bu uyarı senin için. Bu kifayetsiz yazıda okuduğun her kelime hayatından harcanan bir saniye demek… Yapacak daha güzel bir şeyin yok mu? Hayatın sahiden bu kadar mı boş? Şu geçip giden zamanı daha iyi geçirebileceğin başka bir yol bilmiyor musun? Yoksa itaat ettiğin ve saygıda kusur etmediğin otoriteden, bilen adamlardan çok mu etkileniyorsun? Okuman gereken her şeyi okur musun? Akletmen gereken her şeyi akleder misin? Sana alman gerektiği söylenen her şeyi satın alır mısın? Hadi çık evden! Hoş biriyle tanış. AVM’leri ve mastürbasyonu unut artık. İşinden ayrıl. Şöyle esaslı, kanlı canlı bir kavga çıkar. Yaşadığını kanıtla. Eğer insan olduğunu gösteremezsen, nüfus dairesindeki palavradan iki satır olarak kalacaksın. Artık uyarıldın, ben diyeceğimi dedim. İlla okuyacaksan, bu yazı bahsetmemem gereken birinci kural hakkında… ‘Dövüş Kulübü hakkında konuşma!’

Mavra yapmıyorum, hiç de bile, çok ciddiyim. Dövüş Kulübü’nden, Chuck Palahniuk’un yazdığı, David Fincher’in sinemaya uyarladığı, yakın dönemin ve yeraltı edebiyatının en önemli romanlarından birinden söz ediyorum. Okurlarının yazarlığı kadar zekâsını methettiği biri Palahniuk. Ruh hastası, arızalı, tuhaf, esnaf, hınzır, şizofren, vandal, nakaratçı, kundakçı filan diyenler de çıkıyor. Ergen yazarı sayanlar, yeraltı edebiyatının yeni yıldızı olarak görenler var. Muhalif bir huzursuzluk taşıdığı, yerleşik değerlere saldırdığı, kapitalizmin dayatmalarına öfkelendiği hepimizin malumu... Palahniuk, punk edebiyatı, hacker edebiyatı, anarşizm, tüketim karşıtlığı, kaos teorisi gibi birbirleriyle hısım akraba olan siyasi bir muğlaklıktan beslenerek yazıyor.

Sıfırlamak diyor mesela, bildiklerinizi unutun, bize yanlış şeyler öğretiyorlar, bunu konuşmaya bile gerek yok! Hızlanalım, bizi yavaşlatıyorlar, yavaşlarsak düşünemiyoruz. ‘Acı çekmekten korkalım istiyorlar’ diyor, ısrar ediyor. Haplarla dayanıyoruz, haplara dayanıyoruz. Yumruğu patlatın, klişeleri devirin. Kendiniz olun, size giydirilenleri çıkartın. Çıplak elle girişin. Omlet yapmak için yumurtaları kırmak gerekiyor. Sahip oldukların, sana sahip olacak yoksa. Bırak onları. Bırak televizyonun yalanlarını, arabaları, evleri, kıyafetleri ve modayı. Bizim savaşımız kendimizle. Bizim hayatımız bir bunalım. Kusursuz olamazsın, tamamlanamazsın. Tamamlanmaya çalışma.

Pek çok film ve romandan esinlendiği için benzersiz ve özgün olduğu iddia edilemeyecek, şöyle sakin bir kafayla bakılırsa eğer, kişisel gelişim düsturlarını fazlasıyla andıran sloganlar içeren, sol popülizmden nasiplenen, popüler kültüre muhalefet etmesine rağmen şaşmaz biçimde onun parçası olan kült bir anlatı var karşımızda.  Nasıl oluyor da global bir markaya dönüşüyor bu özgün sayılmayan hikaye derseniz eğer… Tek kelimeyle, tek cevap: Hollywood sayesinde. O olmasa ilginç bir roman olarak kalacak metin, onun sayesinde dünyanın bütün dillerine çevrilen bir long-seller’a evriliyor. Hemen her kültürde tutkulu hayranları olan, popüler yayın mecraları açısından iştah açıcı bir long-seller demek daha doğru…

Geçtiğimiz yıl, ilginç bir şey oldu. Palahniuk, fanları heyecanlandıran bir açıklama yaptı, romanın devamını farklı bir mecrada, grafik roman olarak yazacağını açıkladı. İlginç diyorum, çünkü romanın akıllı ve kalbi olan editörü, Palahniuk’a romanın devamını yazmasını salık vermiyor, yazarlığına, muhalif duruşuna zarar vereceğini hatırlatıyordu. Bunca yıldır, romandı, filmdi, hikâyenin devamının yapılması için bir tazyik olduğunu, kafa karıştırıldığını tahmin edebilirsiniz. Palahniuk, film ya da roman olmasın diyerek grafik romanı seçmiş. Doğal olarak bu seçim, geçtiğimiz Mayıs ayından bu yana, global popüler kültürü heyecanlandıran bir dalga yarattı. On sayı çıkacak bu yeni hikâye, Ayrıntı Yayınları tarafından iki sayı geriden giderek aylık olarak dergi formatında yayınlanacak.

Şu sorulabilir: Dövüş Kulübü’nün devamı başarılı olabilecek mi? Fanların nefsini köreltebilecek, geçen zamanın beklentilerini karşılayabilecek mi? Geçmiş deneyimlerden biliyoruz ki, fan olmak, hayal kırıklığı ile tarif edilemez heyecan arasında salınan psikedelik bir sapma halidir, protesto ile tapınma arasında gidip gelir. Mest olanlarla, uykuları kaçarak kahırlananlara rastlamak sürpriz değildir. Bu bakımdan grafik romanın kimseyi öyle adamakıllı memnun edebileceğini sanmıyorum. O kısmı geçelim. Kendi adıma iki şeyi merak ediyordum. Birincisi, Palahniuk nasıl bir senaryo yazacaktı? Hikâye devamlılığı ve Dövüş Kulübü evrenine göstereceği sadakati kastetmiyorum elbette. Çizgi romanları çocukken okuyan edebiyatçılar, aradan geçen zaman içinde alanın nasıl değiştiğini bilemiyor, farklılaşan anlatım dilini ekseriyetle kavrayamıyorlar. Nostaljiyle bakıyor, hikâyelerini naifleştiriyorlar, Palahniuk da bu hataya düşebilir, çocuksulaşıp abartılı bir saçma estetiğine kayabilirdi. Tyler Durden diyaloglarının, anlatıcımızın bilinçakışının nasıl resmedileceği önemliydi, hikâyenin güç kaybetme riski vardı. İkincisi, devam hikâyesini kim çizecekti?

Hikâyenin çizeri olarak seçilen Cameron Stewart, anaakım Amerikan çizgi romanın tipik bir temsilcisi değil. İyi bir illüstratör. Hikâye için ismini ilk duyduğumda Sin Tutulo dijital çizgi romanını temel alarak iyi bir seçim olacağını düşünmüştüm. Avrupalı bir tarzı var Stewart’ın, sayfa tasarımı ve devamlılığı farklı kuruyor, karelerde ferah boşluklar seçiyor, fotoğraf ayrıntısında çizmekle birlikte karakterlerini bir parça komikleştiriyor. Alex Toth havasında bir çinisi var, bilgisayardan faydalanarak çalışıyor. Kare planlarında yakınlaşmayı seviyor. Dövüş Kulübü 2’de ilginç bir tarz denemiş, sayfa tasarımın üstüne, bazen küçük pekiştirici kareler istiflemiş, bazen de gül yaprakları veya haplar serpiştirmiş, bununla kaligrafinin okunmasını özellikle güçleştirmiş. Bu zorlaştırmanın hikâyeye doğrudan katkısı olmuş, anlatıcımızın -ki kendine Sebastian demeye başlamış- sıkıntılı konuşmalarına, bıkkınlığına güzel eşlik edebilmiş bu zorlaştırma, etkiyi artırmış.

E çalışmanın bütünü nasıl olmuş derseniz, şunları hissettim: hikâyeden daha karanlık bir atmosfer bekliyordum, hikâye başka bir yerde başladı, banliyö evlerinin hijyenik genişliği, Palahniuk’un sakalet dolu kirli mekanlarını hiçbir biçimde andırmıyor. Nasıl evrilecek bilmiyoruz ama hikâye, anlatıcımızın, Marla Singer ile evlendiğini, dokuz yaşında bir çocuklarını olduğunu anlatarak başlıyor; evli, çocuklu ve sıkıntılılar. Tyler, aralarında dolaşıyor, rüya mı gerçek mi bilemediğimiz, ‘asla uyuyamazsın asla uyanamazsın’ fikriyle gelişen sahneler okuyoruz. Stewart, orta sınıf berraklığını iyi yansıtıyor, sonra nasıl koyulaşacak bilemiyorum. Palahniuk, grafik romanı kotarabilmiş mi derseniz, bunu konuşabilmek için erken ama sinematografisi olan bir yazardı, trip nedir bilirdi, iyi gidiyor, nereye varacak hep birlikte göreceğiz. 

Hürriyet, Radikal Kitap, 10.7.2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder