Bütün hayatı neredeyse masa başında geçen, yazmak dışında
handiyse yaşamayan ve sosyalleşmeyen biri nasıl anlatılır? Entelektüel biyografi
yazmaktan, yazarın yaşadığı dönemi, dönemdaşlarını ve kültürel-edebi bağlamı anlatan
bir çalışmadan söz etmiyorum. Marquez gibi kelimelerle oynayan büyük bir
romancının biyografik çizgi romanının yapılabilirliğini soruyorum. Olmaz değil
tabii. Marquez ölünce, anlaşıldığı kadarıyla süratle, farklı çizerlerin eş
zamanlı ürettiği kolektif bir çalışmayla Gabo isimli bir albüm oluşturulmuş.
Gabo, yazarın adından üretilmiş bir kısaltma-lakap. Yakınları ona hep bu isimle
seslenmişler. Albüme isim olarak seçilmesi biyografinin niteliğini de işaret
ediyor. Sıcak, sempatik ve haklı olarak methiyeci bir dili var albümün. Nasıl
anlatılır diye o yüzden soruyorum, bu uzun ve pek çok bakımdan tekdüze bir
hayatı neresinden tutarak anlatmışlar? Her biyografi ister istemez bir büyüme
hikâyesidir, zorlukların üstesinden gelen birini anlatan bir başarı
hikâyesidir. Okurun beklentisi de bu yöndedir, biraz malumat daha çok da bir
dramatik bir hikâye bekler. Haliyle albümün bir iddiası var ve Gabo’nun
hayatını hikâyeleştirirken belirginleştirdiği dramatik kırılma anlarına sahip.
Bir başka ifadeyle kronolojik bir dökümle yetinmek istememiş, bir yorum da
yapmışlar.
Marquez, aile geçmişini ve özellikle çocukluk dönemine
ait hatıraları sürekli anlatmış, edebi dünyasının nadide parçaları olarak hikâyeleştirmiş
bir yazar. Anlattıklarının ne kadarının doğru olduğunu bilebilmek elbette
mümkün değil ama onun ne dilini ne hadiselerini dosdoğru bir hakikat gibi
kurmadığını biliyoruz. Gerçekçi bir dile fantastik ve masalsı unsurlar katarak
anlatısını muğlaklaştırması, düşsellikle gündeliğin sıradanlığı arasında salınması
Gabo’yu başkalaştıran yazarlık gösterisinin payandaları. Albümün senaristi
Oscar Pantoja doğru bir tercihte bulunarak Gabo’nun biyografisini iki ayrı
yönde geliştirmiş ve onları birbirine teyellemeye çalışmış. Bir taraftan
yazarlık hayatına dair önemli dönemeçler belirlemiş, diğer yandan yazma arzusu,
hatıraları ve özellikle çocukluğunun geçtiği evle ilgili bir “anahtar” sunmuş.
Anahtar dediğimiz Gabo’nun dedesinden başkası değil. Dedesi olmasaymış, mutsuz
birine dönüşeceğini göstermiş bize. Marquez’in bunu açıkça söylediği
röportajları ve kendisini anlattığı pek çok cümlesi vardır. Pantoja, yok yere
bir yorum yapmış diyemeyiz o sebeple.
Büyük ve önemli yaratıcı kişiliklerin hayatlarında ilgimi
çeken bir yön var, çocukları ya da eşleriyle ilgili tutumları bana oldum olası
alelacayip geliyor. Oğuz Aral evinde çalışırken, apartmanda herkes onun
çalıştığını bilirmiş, sağa sola yazılar asılırmış, “Oğuz çalışıyor” diye…
Çevrede kim var kim yok, fısır fısır konuşur ya da gıkını çıkarmadan geçer
gidermiş. Aksi olursa Aral, kıyametleri koparırmış, sırf o çalışsın diye
yaratılan sessizlik, kabullenilmiş bir hak olmuş, normalleşmiş. Gabo albümü bir
araba yolculuğuyla açılıyor: Gabo, karısı ve iki çocuğu deniz kenarına
gidiyorlar. İlham arayan, hülyalı ve huzursuz Gabo’yla böylece tanışıyoruz,
ailesiyle tatile gidiyor ama onun aklında yazacağı roman var. Kumsalda karısı
dayanamıyor ve tatili yarıda keserek, sırf o romanını yazabilsin diye geri
dönüyorlar. Pantoja, bu tercihi deşelememiş, ortada fedakâr bir eş ve anne,
babaları için eğlenceleri ötelenen çocuklar var ama onların neler hissettiği
pek anlatılmıyor. Aziz Nesin, erkeklerin siyah, lacivert, gri dışında bir
renkte bir şey giymesinden rahatsızlık duyar, diğer renkleri kadınsı bulurmuş,
homofobik bir tutumla çocuklarının giyim tercihlerine müdahale edermiş. Büyük
bir yazarın ipe sapa gelmez bir yargısı bugün bize tuhaf geliyor ama o gün o
yargılar aile yaşantısını etkilemiş, belirlemiş, tanzim etmiş… Gabo yazabilsin
diye gösterilen fedakârlık anlatılıyor ama tersi pek hatırlanmıyor: Gabo, babalık
ve kocalık görevlerinin ne kadarını yapabildi, ne kadarından feragat etti?
İyi bir Marquez okuruysanız bilirsiniz, Pantoja da anlatmış.
Gabo’nun babası kişisel kariyerini hesap ederek yeni doğan çocuğunu
kayınpederine bırakıp gidiyor, sonra kızkardeşi oluyor onu da bırakıyor.
Çocuklar, dedelerinin yanında serpiliyorlar. Uzaktaki baba, amacına da
ulaşamıyor, doktor olmak istiyor, olamıyor, ne işin ucundan tutsa dökülüyor vs.
Bencil ve gamsız bir baba, kocasının peşinde oradan oraya savrulan umarsız bir
anne ve ebeveynlerini özleyen çocuklar… Görünen o ki o anne babanın çocuk
yapmamaları gerekiyormuş… Albümü okurken şunu düşündüm, Gabo babasına benziyor
muydu? Benzemekten korkuyor muydu? Çocuklarıyla ilişki kurarken dedesini mi
referans alıyordu?
Gabo albümü ister istemez enformatik bir döküm içeriyor.
Yazarın gittiği yerler, tanıştığı yazarlar, para sıkıntıları, evliliği, ülkeden
ülkeye dolaşmaları, politik tutumları ve bunların sonuçları anlatılıyor ama laf
dönüp dolaşıp çocukluğunun geçtiği eve, ona kılavuzluk ve babalık eden dedeye
geliyor… Dramatik bir eksen bu, eksiklik duygusuna dayandığından hikâye
matematiği gereği derinleştirilmeliymiş. Pantoja, bu konulara girmemiş, Nobel
gecesinde Gabo’ya dedesinin hayaline teşekkür ettirerek hikâyesinin finalini
yapmış, öylece bitirmiş.
Çizgileri iddialı olan bir albüm değil Gabo. Çok sayıda
devamlılık hatası, çizer acemiliği ve telaşı kendini gösteriyor. İyi bir
çizerin elinde çok daha nitelikli bir iş çıkabilirmiş, görünen köy misali senaryoya
bakınca hemen anlaşılıyor bu durum. Kim okusa değişmeyecek, çizgiler değil,
hikâye konuşulacak… Son söz Türkçe baskıya, albüm sadakatle güzel basılmış,
kavuniçi, turkuaz, yeşil gibi çeşitli renklerle ilerleyen bölümler içeriyor,
estetik olarak hem hoş hem de yeni duruyor. Yurt dışında pek çok çizgi roman ve
grafik romanın böylesi bir tercihle yayınlandığını hatırlatayım.
Radikal Kitapi 24.4.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder