Perşembe, Nisan 12, 2018

Gabo, Babasına Benzemekten Korkar mıydı?




Bütün hayatı neredeyse masa başında geçen, yazmak dışında handiyse yaşamayan ve sosyalleşmeyen biri nasıl anlatılır? Entelektüel biyografi yazmaktan, yazarın yaşadığı dönemi, dönemdaşlarını ve kültürel-edebi bağlamı anlatan bir çalışmadan söz etmiyorum. Marquez gibi kelimelerle oynayan büyük bir romancının biyografik çizgi romanının yapılabilirliğini soruyorum. Olmaz değil tabii. Marquez ölünce, anlaşıldığı kadarıyla süratle, farklı çizerlerin eş zamanlı ürettiği kolektif bir çalışmayla Gabo isimli bir albüm oluşturulmuş. Gabo, yazarın adından üretilmiş bir kısaltma-lakap. Yakınları ona hep bu isimle seslenmişler. Albüme isim olarak seçilmesi biyografinin niteliğini de işaret ediyor. Sıcak, sempatik ve haklı olarak methiyeci bir dili var albümün. Nasıl anlatılır diye o yüzden soruyorum, bu uzun ve pek çok bakımdan tekdüze bir hayatı neresinden tutarak anlatmışlar? Her biyografi ister istemez bir büyüme hikâyesidir, zorlukların üstesinden gelen birini anlatan bir başarı hikâyesidir. Okurun beklentisi de bu yöndedir, biraz malumat daha çok da bir dramatik bir hikâye bekler. Haliyle albümün bir iddiası var ve Gabo’nun hayatını hikâyeleştirirken belirginleştirdiği dramatik kırılma anlarına sahip. Bir başka ifadeyle kronolojik bir dökümle yetinmek istememiş, bir yorum da yapmışlar.

Marquez, aile geçmişini ve özellikle çocukluk dönemine ait hatıraları sürekli anlatmış, edebi dünyasının nadide parçaları olarak hikâyeleştirmiş bir yazar. Anlattıklarının ne kadarının doğru olduğunu bilebilmek elbette mümkün değil ama onun ne dilini ne hadiselerini dosdoğru bir hakikat gibi kurmadığını biliyoruz. Gerçekçi bir dile fantastik ve masalsı unsurlar katarak anlatısını muğlaklaştırması, düşsellikle gündeliğin sıradanlığı arasında salınması Gabo’yu başkalaştıran yazarlık gösterisinin payandaları. Albümün senaristi Oscar Pantoja doğru bir tercihte bulunarak Gabo’nun biyografisini iki ayrı yönde geliştirmiş ve onları birbirine teyellemeye çalışmış. Bir taraftan yazarlık hayatına dair önemli dönemeçler belirlemiş, diğer yandan yazma arzusu, hatıraları ve özellikle çocukluğunun geçtiği evle ilgili bir “anahtar” sunmuş. Anahtar dediğimiz Gabo’nun dedesinden başkası değil. Dedesi olmasaymış, mutsuz birine dönüşeceğini göstermiş bize. Marquez’in bunu açıkça söylediği röportajları ve kendisini anlattığı pek çok cümlesi vardır. Pantoja, yok yere bir yorum yapmış diyemeyiz o sebeple.   

Büyük ve önemli yaratıcı kişiliklerin hayatlarında ilgimi çeken bir yön var, çocukları ya da eşleriyle ilgili tutumları bana oldum olası alelacayip geliyor. Oğuz Aral evinde çalışırken, apartmanda herkes onun çalıştığını bilirmiş, sağa sola yazılar asılırmış, “Oğuz çalışıyor” diye… Çevrede kim var kim yok, fısır fısır konuşur ya da gıkını çıkarmadan geçer gidermiş. Aksi olursa Aral, kıyametleri koparırmış, sırf o çalışsın diye yaratılan sessizlik, kabullenilmiş bir hak olmuş, normalleşmiş. Gabo albümü bir araba yolculuğuyla açılıyor: Gabo, karısı ve iki çocuğu deniz kenarına gidiyorlar. İlham arayan, hülyalı ve huzursuz Gabo’yla böylece tanışıyoruz, ailesiyle tatile gidiyor ama onun aklında yazacağı roman var. Kumsalda karısı dayanamıyor ve tatili yarıda keserek, sırf o romanını yazabilsin diye geri dönüyorlar. Pantoja, bu tercihi deşelememiş, ortada fedakâr bir eş ve anne, babaları için eğlenceleri ötelenen çocuklar var ama onların neler hissettiği pek anlatılmıyor. Aziz Nesin, erkeklerin siyah, lacivert, gri dışında bir renkte bir şey giymesinden rahatsızlık duyar, diğer renkleri kadınsı bulurmuş, homofobik bir tutumla çocuklarının giyim tercihlerine müdahale edermiş. Büyük bir yazarın ipe sapa gelmez bir yargısı bugün bize tuhaf geliyor ama o gün o yargılar aile yaşantısını etkilemiş, belirlemiş, tanzim etmiş… Gabo yazabilsin diye gösterilen fedakârlık anlatılıyor ama tersi pek hatırlanmıyor: Gabo, babalık ve kocalık görevlerinin ne kadarını yapabildi, ne kadarından feragat etti?

İyi bir Marquez okuruysanız bilirsiniz, Pantoja da anlatmış. Gabo’nun babası kişisel kariyerini hesap ederek yeni doğan çocuğunu kayınpederine bırakıp gidiyor, sonra kızkardeşi oluyor onu da bırakıyor. Çocuklar, dedelerinin yanında serpiliyorlar. Uzaktaki baba, amacına da ulaşamıyor, doktor olmak istiyor, olamıyor, ne işin ucundan tutsa dökülüyor vs. Bencil ve gamsız bir baba, kocasının peşinde oradan oraya savrulan umarsız bir anne ve ebeveynlerini özleyen çocuklar… Görünen o ki o anne babanın çocuk yapmamaları gerekiyormuş… Albümü okurken şunu düşündüm, Gabo babasına benziyor muydu? Benzemekten korkuyor muydu? Çocuklarıyla ilişki kurarken dedesini mi referans alıyordu?

Gabo albümü ister istemez enformatik bir döküm içeriyor. Yazarın gittiği yerler, tanıştığı yazarlar, para sıkıntıları, evliliği, ülkeden ülkeye dolaşmaları, politik tutumları ve bunların sonuçları anlatılıyor ama laf dönüp dolaşıp çocukluğunun geçtiği eve, ona kılavuzluk ve babalık eden dedeye geliyor… Dramatik bir eksen bu, eksiklik duygusuna dayandığından hikâye matematiği gereği derinleştirilmeliymiş. Pantoja, bu konulara girmemiş, Nobel gecesinde Gabo’ya dedesinin hayaline teşekkür ettirerek hikâyesinin finalini yapmış, öylece bitirmiş.

Çizgileri iddialı olan bir albüm değil Gabo. Çok sayıda devamlılık hatası, çizer acemiliği ve telaşı kendini gösteriyor. İyi bir çizerin elinde çok daha nitelikli bir iş çıkabilirmiş, görünen köy misali senaryoya bakınca hemen anlaşılıyor bu durum. Kim okusa değişmeyecek, çizgiler değil, hikâye konuşulacak… Son söz Türkçe baskıya, albüm sadakatle güzel basılmış, kavuniçi, turkuaz, yeşil gibi çeşitli renklerle ilerleyen bölümler içeriyor, estetik olarak hem hoş hem de yeni duruyor. Yurt dışında pek çok çizgi roman ve grafik romanın böylesi bir tercihle yayınlandığını hatırlatayım. 

Radikal Kitapi 24.4.2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder