Perşembe, Mayıs 10, 2018

Aynada Aksetmeyen Edebiyatçılar



Mizah dergilerinin geçmişte yazı ağırlıklı olduğu, kadrolarında edebiyatçılara daha geniş yer verdiği, entelektüel bir derinlik taşıdıkları iddia edilir. Bu olumlu sayılagelen tablo yıllar geçtikçe azalarak değişmiş, hatta Gırgır’la büsbütün kaybolmuştur vs. Kapı Yayınları’ndan Said Coşar’ın hazırladığı Karikatürün Aynasında Edebiyatçılar adlı bir çalışma yayınlandı. Coşar, sanırım hepsi daha evvel neşredilmiş makalelerini biraraya getirmiş. Doğum tarihlerine göre en yaşlısı Abdülhak Hamit, en genci Orhan Veli olan 14 edebiyatçıyı ekseriyetle mizah dergilerinden izleyerek haklarında yazılıp çizilenleri derlemiş.  Coşar, bir varsayım olarak yukarıda yazdığım iddiayı yineliyor ve diyor ki, Gırgır çıktıktan sonra edebiyatçılar mizah dergilerinde handiyse görülmez oldular. Ben katılmıyorum bu iddiaya, edebiyatçıların mizah dergilerinden uzaklaştığını düşünmüyor aksine çok sayıda yazar çıkarttıklarına inanıyorum. Onları tipleştirmek, komikleştirmek yapılmaz olmuştu, dergicilik anlayışı değişmişti o ayrı. Evet, ilk mizah dergilerimiz yazı ağırlıklıydılar, görsellik çok sınırlıydı ama bu, mevcut matbaa teknolojilerinin bir sonucuydu, bütün gazete ve dergiler yazı ağırlıklıydı. Gazete ressamları az bulunuyordu, fotoğrafçılar hiç yok gibiydi. Gazete satışları düşük olduğu için görsellik maliyet artırıyordu ve riskliydi, baskıda sorunlar çıkabiliyor, yayını geciktirebiliyordu. Şunu demek istiyorum, ticari ve teknik şartlar, yayınların yazı ağırlıklı olması sonucunu getiriyordu. Kaldı ki yazı, başlı başına entelektüel bir derinliğin garantisi olamaz. Ne/nasıl yazdığın daha önemlidir.

Peki, edebiyatçılar eski mizah dergilerinde daha çok mu görülüyordu sahiden? Mizah dergileri popüler olanla ilgilidirler, haliyle popüler olan edebiyatçıları, kamusal bir tartışmaya dâhil olan yazar ve şairleri konu etmişlerdir. Bunun dışında bir ilgileri olduğunu iddia etmek çok doğru olmaz. Ha şu var, Türkiye’de mizah dergiciliğinin yaklaşık yarım asır boyunca omurgası olan Akbaba’nın sahibi-yöneticisi olan Yusuf Ziya Ortaç, kendisini mizahçıdan çok şair ve başmuharrir, bir edebiyatçı olarak görüyordu. Onun edebiyatçılara ilgi gösterdiğini söylemek mümkün ama bunu yaparken de çekince koymak gerekiyor. Ortaç’ın hiç hatırlamadığı, hiç mühimsemediği veya ısrarla belirginleştirdiği isimler var çünkü. Karikatüristlere esprileri verdiği, pek çok fıkra ve anekdotu kendisi yazdığı için Ortaç nasıl bir edebiyat resmi çizdirmiş-çizmiş hayli önemli. Bana göre mizah dergilerindeki edebiyatçıların temsilinde Ortaç’ın keskin bir belirleyiciliği var.

Niyetim, Coşar’ın kitabını vesile ederek Ortaç’ın edebiyatla ilgili tercihlerini tartışmak. Kitabı büsbütün unutamıyorum çünkü kitaptaki edebiyatçılar, Ortaç’ın da edebiyatçı nitelemesine giren isimler. Ayrıca söylemeden edemeyeceğim, yazar tercihidir diyemiyor, kitapta yer verilen Hüseyin Cahit’i ve Falih Rıfkı’yı edebiyatçı sayamıyorum. Siyasal romantizmleri, ajitatif dilleri, kimi zaman romanesk ve şairane görünebilir ama bu onları “romancı” ya da “şair” yapmaz. Hele Falih Rıfkı, edebiyattan hazzetmediğini defalarca yazmıştır da. Hüseyin Cahit’e hiç girmeyelim. Coşar’ın seçtiği edebiyatçıları Ortaç’ın gözünden bakmaya çalışarak anlatayım. 1923’te cumhuriyet ilan edildiğinde, Ortaç ve ortağı, bacanağı Orhan Seyfi Orhon, Refik Halid’in Aydede’sini alıp Akbaba olarak sürdürürken, Babıali için çok genç bir yaştaydılar. Ortaç 28, Orhon 33 yaşında, sonradan Beş Hececi olarak birlikte anılacakları iki yakın arkadaşları, kitapta da yer verilen Faruk Nafiz 25, Halit Fahri ise 32 yaşındaydı. Bu yaşlar niye önemli? Bir kuşağı işaret ediyor; yaşıtlar var, kendilerinden önceki itibarla anılan bir başka yaşlı kuşak var. Bugün yaşamadıkları için hepsi aynı yaştalarmış gibi bir algı oluşabiliyor. 1923’te mizah gazetelerinde de yazan Süleyman Nazif 53, Rıza Tevfik 54 ve Ahmet Rasim 59 yaşındalar. Büyük yaş farkı var değil mi? Cevdet Kudret’in yazdıklarına göre, Ortaç, Kurtuluş Savaşı sorasında Anadolu hareketine katılmak istemiş, seciyesiz (karaktersiz) sayılarak kabul edilmemiş. Dönemler ve insanlar değişirler ama şurası kesin ki Akbaba’nın ilk yıllarında Ortaç’ın itibarlı ya da popüler bir yazar ismi yok. Siyaset ve edebiyatta bilinirliği yok. Bugünden bakıldığında edebiyat tarihimizde yeri olan, hatırlanan bir eseri de yok. Deyim yerindeyse şair ve yazar, edebiyatçı Ortaç, Akbaba olmasa akla gelmeyecek.

Ortaç’ın edebiyatçı seçimleri işte bu yüzden ilginç… Arkadaşlarını ve değer verdiklerini, kendinden yaşlı olan büyüklerini ve rahmetli olanları resmettiriyor ama bazılarını ya hiç görmüyor ya da sadece eleştiriyor çünkü. Örneğin Halide Edip, Hüseyin Rahmi veya Tanpınar’a hiç değinmiyor. O kadar çok isim var ki unutulan, hele Ortaç’tan genç olanlar… Baş muharrir olarak Hüseyin Cahit’i hep takdir etmiş biri, onun her devirde ayakta kalmayı başaran coşkun pragmatik kişiliğini dikkatle ve imrenerek takip ettiği anlaşılıyor. Yaşıtı Nurullah Ataç’ı sevmiyor çünkü Ataç onu edebiyatçı saymıyor. Orhan Veli’yi hiç sevmiyor, çünkü kendisinden yirmi yaş küçük, popüler bir şair, çünkü Ataç’ın onu himaye ettiğini düşünüyor. Orhan Veli meşhur olduğunda onu taklit ederek Nurullah Ataç’a şiirler gönderiyor, “bu kadar kötü şiiri mutlaka beğenir” diye. Ataç da şiirlerinden bir kaçını okur köşesinde yayınlıyor. Taklit ya da öykünme hali bana kalırsa isimler değişse bile hep sürüyor. 1920’li yıllarda şiirleriyle Süleyman Nazif’i düz yazılarıyla Ahmet Rasim’i taklit ettiğini düşünüyorum. Kırklı yılların genç şairleri Ortaç’ın ümid vaad eden şair olarak anılmasından sarakayla söz ediyorlar. 1895 doğumlu Ortaç istediği edebi başarıyı bir türlü elde edemiyor, ne zamanı ne de genç okuru yakalayabiliyor. En iyi yazdığı metinler, sanıyorum ki Akbaba’nın başyazıları. Doğal olarak bu durum, Ortaç’a yetmiyor. O yazıların daha çok konuşulabilmesi için ahlakçılık yapmaya, teşhir edici bir dil kullanmaya girişiyor. En önemlisi bir “yaşlı adam” gibi konuşmaya yöneliyor. Tecrübeli, olgun bir bilen olarak kendini tasarlayarak tarihten, gelenekten, eski adamlardan söz ediyor, Başbakanlara hiç cevap alamadığı mektuplar yazıyor. Tasarlamak sözcüğünü boşuna seçmedim, yazıp çizdiği onca şeyi bir kenara koyarak yarattığı en önemli edebi karakterin bizatihi kendisi olduğunu iddia edeceğim. Ortaç’ın görmüş geçirmiş, hakbilir, usta edebiyatçı, başyazar, cömert yayıncı ve tek kelimeyle seciyeli ve büyük yazarı Yusuf Ziya Ortaç’tan başkası değil. Said Coşar’ın çalışması, keşke şu soruyu tartışsaymış. Niye bu isimler, örneğin Faruk Nafiz ilgi çekmiş ve dergilerde yer almış da başkaları örneğin gençler, 1923’te çocuk olan edebiyatçılar rağbet görmemişler. Edebiyatın envayı çeşit yüzü var, sevilen-sevilmeyen, yok sayılan ve göklere çıkartılan onca yazar ve kitap. Geçmişe bakarken bugüne aksedenlere ve aksetmeyenlere biraz daha dikkat kesilmeliyiz.

Radikal Kitap, 17 Ocak 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder