Cuma, Temmuz 19, 2013

Yeter ki İyi Hikayesi Olsun




Türkiye'de çizgi roman üretimini dönemselleştirmek mümkün mü? Bir "altın dönem" var mıydı sizce?

Yirmi yıl kadar önce çizgi roman tarihimiz hakkında yazmaya başladığımda siyasi tarih metinlerini temel almıştım ister istemez. Onar yıllık dönemler halinde bakmıştım bunu yaparken de. Bugün böyle bir şey yapsam, popüler kültürün bizdeki evrimine bakarak anlatmak daha doğru olur derim. Çizgi roman ticari getirisi olan bir ürün olduğu için satmak zorunda. Sattığı oranda yerli üretim artıyor. Hangi gazeteyi açsanız yerli çizgi ve hikayelerin olduğu, dergilerinin çıktığı talep gördüğü dönem 1955-75 aralığı. Öncesi ve sonrası var ama en yüksek telifler o tarihlerde ödeniyor. O tarihten sonra gazetelerde seyreliyor, mizah dergilerinde çoğalıyorlar.

En önemli çizgi romanlarımıza baktığımızda bariz bir milliyetçilik görüyoruz. Bu da o ticari dengenin bir parçası mı?

Mutlaka. Satmak zorunda olduğunuz için piyasa beklentilerine göre hareket ediyorsunuz. Popüler bir örneği taklit ediyor, kabul görmüş klişeleri tekrar ediyorsunuz. Milliyetçilik ve erotizm ister istemez sık başvurulan unsurlar. Erotizm hakkında bir çalışma yapmak isteyen birisi kaçınılmaz olarak çizgi romanlara bakmak zorunda örneğin. Gazetelerde fotoğraf kullanımı matbaa tekniklerinin yetersizliği nedeniyle sınırlı olunca çizerler ikame edilmişler, onlar da erotizmi bolca resmetmişlerdir. Milliyetçilik de anlaşılır bir şey. Satabilmek için geniş bir kitleye hitap etmeniz, mevcut yaygın değerleri yinelemeniz gerekiyor.

Editöryal bir tercih mi demeliyiz buna?

Geniş anlamıyla evet. Yerli çizgi roman, Gırgır'a kadar önce gazetelerde üretildi sonra kimileri o serüvenleri toplayarak dergi yaptılar. Bri iki istisna dışında çocuk dergilerinde çizgi roman üretilmedi dememiz gerekiyor, yüksek satışlı çocuk dergimiz yok. Gazeteler iyi telifler ödeyebiliyor ve bir devamlılık sağlıyorlar. Ama bunu yaparken gazete yöneticilerinin havayı koklayıp şöyle bir hikâye olsa dediğini sanmayın, yok öyle bir şey. Bir aşk hikâyesi olsun, bir tarihi çizgi roman deyip kestirip atıyorlar. Üreticiler bu bakımdan tek başınalar. Zaman ilerledikçe insan kalitesi de düşüyor. Bırakın entelektüel bir itirazı, yeterli resim eğitimini bile almaz oluyorlar. Anti-entelektüelistler, akademide benim çizdiğimi çizemezler havasında yaşayıp gidiyorlar. Teliflerin düşüklüğü günbegün çizer ve hikâye kalitesini düşürüyor.

Telif temelli bir üretimden söz ediyorsunuz. Telif düşünce, telif alamayınca çizmiyorlar veya daha ucuza çizecek birilerine bırakıyorlar. Bu noktada sanattan söz edemeyiz...Yanılıyor muyum?

Evet, edemeyiz. Bu tabloyu hayal kırıklığıyla değerlendirmek de doğru olmaz. Bizim büyük çizgi romanlarımız Abdülcanbaz, Tarkan, Karaoğlan gazeteler için üretildiler, yaratıcıları gazeteler dışında üretim yapmadılar. Sanat arzusu nasıl olur? Üretimi yapan içinde bulunduğu rutinden, yayın mecrasından, anlattığı hikâyeden sıkılır. Başka bir şey yapmak ister. Bu başka hikâyeyi anlatabileceği bir yer arar, bu öyle bir güçlü arzudur ki bunu yapmasa mutsuz olacaktır. Çizgi roman tarihine baktığımızda her ülkede benzer gelişen bir seyir var. Piyasa nasıl şekillendiyse onun dışına çıkmak isteyen birileri hep oluyor. Bizde böyle bir farklılık mizah dergileri içinde oldu. Kahramanını değil kendi imzasını öne çıkartan, farklı hikâyeler anlatmak isteyen birileri mizahi çizgi romanlardan çıktı. Çizgi roman yapmaya ellili yıllarda başlamış bir kuşaktan bunu beklemek sanki yanlış. Sanatçı itibarı görüyorlar ama çoğunlukla zanaatkâr gibi çalışmışlar çünkü. Çizgi roman adına da tek kalem oynatmıyorlar, kurumsallaşma filan hak getire. Böyle bir dertleri de yok aslına bakarsanız. Hepsi pragmatikler, müşteriye göre kumaşı biçmiş, günü kurtarmışlar.

Bu konuyu biraz daha açalım istiyorum. Çizgi romanlarımız gündelik hayatı ne kadar yakalayabildiler. Popüler olmaları gerektiği için bunu soruyorum.

Bugün mizah dergilerimiz 50-60 bin satışlarla gidiyorlar ve biz onlardan popüler yayınlar olarak söz ediyoruz. Nüfusa bakarsan komik değil mi bu rakamlar? Hayat çok değişti klişesine başvurmasam olmayacak. Anaakım çizgi roman bir dönemin en önemli eğlencelerinden biriydi. Mevcut okurların büyük çoğunluğunu o günlerin nostaljisini yaşayanlar oluşturuyor. Nostaljisi yapılan bir şeyin popüler olma ihtimali yok. 1955-85 aralığında üretilen bir çizgi romanın bugün popüler olma ihtimali de yok. İhtimallerden devam edelim, bir zamanlar popüler olmuş herhangi bir çizgi romanın yeniden popüler olma ihtimali de yok. O yüzden Amerika'da yeniden ve yeniden üretiliyor, revize ediliyorlar. Sorunuza dönersem çizgi romanlarımız popüler oldukları dönemde okuru, sokağı ve zamanı yakalamışlardı. Okura yeni, akıcı veya başka geliyorlardı. Ticari oldukları için söylüyorum bunu. Dünya kadar çalıntı hikayesi, yüzlerce kopya karesi olan, hızla çizilen, üreticisi tarafından bile hatırlanmayan hikayelere yine de sanat diyebiliriz ama epey çekince sıralayarak yaparız bunu.

Okurların nostaljisinden bahsettiniz. Pek çok insan çizgi roman piyasasını koleksiyoncuların ve onlara hitap eden sahafların ayakta tuttuğunu iddia ediyor. 

Rakamlar aksini söylüyor. Sahaflar geçimlerini bu işten sağlıyorlar, koleksiyoncular oralarda benzerleriyle karşılaşıyorlar, mutlular. Bu kötü bir şey değil. Dünyanın her yerinde çizgi roman okuru yaşlandı. O yaşlı okurlar manga okumuyorlar örneğin. Geçen yıl Türkiye'de en çok satan çizgi romanlar mangalar oldu. Demek ki onlar yeniler ve zamanı yakalıyorlar. İtalyan çizgi romanları bizde çok sevilir, Hollywood hayranlık ölçüsünde taklit ederler, western kültürünü yaşattıkları dahi iddia edilebilir. Bakın onlar da işin giderek daraldığının farkındalar. Hollywood western filmlerini pek bulaşmıyor çünkü. Onlar da yeni şeyler deniyorlar

Biz milliyetçi temanın ağır bastığı çizgi romanlar üretiyoruz, İtalyanlar, kahramanı ve kültürü Amerikalı olan çizgi romanlar üretiyorlar. Garip değil mi?

Garip tabii. Piyasa öyle şekillenmiş. Sinema romanı havasında başlamışlar, sattıkça yüksek teliflerle iyi hikayeler ve iyi çizerler bulmuşlar. Bir alan açmışlar, siyasetin ve gündelik hayatın sorunlarının dışında bir kaçış eğlencesi olmuş, tutunabilmiş. Biz çocuklar için çizgi roman üretmemişiz, dünya çizgi romanından en önemli farklılığımız. Mazallah, çocukça bir şey sanılırız diye ürkmüşler resmen. Gazetelerde yayınladıkları için kendilerini gazeteci ve köşe yazarı gibi hissetmişler. Bu kadar erotizm, bu kadar şiddetle yurt dışında yayınlanamaz bizim çizgi romanımız.

Yayınlanan örnekler var ama benim bildiğim kadarıyla. Tarkan, Karaoğlan, Ustura Kemal yayınlanıyorlar değil mi?

Simaviler, gazetelerinin yurt dışı baskılarını da yapıyorlardı: Çizgi romanlarımızın bir kısmı orada da yayınlandılar, onları saymak bana doğru olur gibi gelmiyor. Yalaz'ın Karaoğlan'ı çocuksulaştırarak, mevcut metni yeniden revize ederek Arap Ülkelerine yönelik Fransızca yayınlatması var. Çok sayıda çizer Avrupa ve Amerika'da çalışmalar yaptılar. Daha ucuz çalıştıkları veya erotik işler yapmayı kabul ettikleri için tercih edildikleri de oldu. Eskiden kim neler yapıyor bilmek pek mümkün değildi, artık hepsi aşikarlaştı. Bunları azımsamak için söylemiyorum. Sahiden yayınlanmış bir şey yok. Dışarıda çok büyük bir rekabet var, bizim üreticilerimiz ancak başkalarının hikâyelerini çizerek dış piyasada var olabilirler. Yıldıray Çınar ve Mahmud Asrar bunu yapıyorlar ve iyi de gidiyorlar.

Çizgi romanlarımıza baktığınızda, bu soruyu tarih bağlamında soruyorum. En etkileyici isimler kimlerdi sizce?

Bu soruya bir kaç kez cevap verdim, ezberden söyleyeyim: Bence Karaoğlan ve Abdülcanbaz gerek farklı mecralarda kendilerini varedebilmeleri, gerek devamlılıkları ve zamanı yakalama maharetleri nedeniyle klasik çizgi romanlarımız olarak gösterilebilirler. Sezgin Burak’ın Tarkan’ı özgünlüğü ve sahne kurmadaki ustalığı nedeniyle ilgi çekicidir. Ratip Tahir Burak, hikâyeleri olmasa bile benzersiz deseniyle kendini izlettiren büyük bir ressamdır. Oğuz Aral’ın Utanmaz Adam’ı başarılı hareket senaryoları ve sağlam kurgusuyla Gırgır kuşağına modellik etmiştir. Engin Ergönültaş, yoksulluğu resmederken kullandığı hınzır anlatımı ve edebi görselliğiyle kendinden sonra gelen kuşakları derinden etkilemiştir. Günümüz çizgi romancılarının pek çoğunun onun “paltosundan” çıktığını rahatlıkla söyleyebilirim.

Yakın dönem üretimlerini takip ettiğinizi biliyorum. Nasıl buluyorsunuz albümleri, dergilerdeki işleri...

Bir çırpıda sayılabilecek kadar az üretim var aslına bakarsanız. İpek&Burak çok başarılı bir çalışma, hakeza Fırat ilginç bir iş. Ersin ve Memo'nun ne yaptığını merak ederim. Başka meseleleri var, bunu anlıyorsun. İştah meselesi önemli, iştahını kaybederse ne yapsa tekrar oluyor yapılan iş.

Siz de artık çizgi roman senaryoları yazıyorsunuz, bu isimler olabilir başkaları olabilir siz kimlerden etkilendiniz?

Her çizgiyi takip ediyor ve burada üretilmiş her çizgi romanı mutlaka okuyorum. Her gün mutlaka film izliyorum. İşim gereği çok fazla sayıda dosya okuyorum. Etkilenme meselesi karışık o bakımdan söylüyorum bunları. İnsan 15 yaşında sevdiği bir şeye on yıl sonra farklı bir gözle bakar. Sevmediği şeyi tekrar okuduğunda sevebilir. Ben grafik roman yazmak istiyorum, edebiyata yakın duran işler. Saydığım isimlerden en çok Engin Ergönültaş'a yakınlık duyuyorum diyebilirim.

Nereye gidiyor çizgi roman?

Son soruya geldik galiba. Çizgi roman ölüyor mu soranlar da oldu. Bence mesele iyi hikâyeye dayanıyor. İyi hikâyen varsa okunursun. Türkiye'de çizgi romanın konuşulur olması gerekiyor. Kastettiğim şey sadece popülerlik değil itibar da getirecek bir şeyler olmalı. Artık itibarlı, edebiyata ve insana dokunan işlerimiz olmalı.

Birgün Kitap, 12.4.2013, Serap Uysal'la konuşmuştuk
Fotoğraf: Uğur Uçan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder