Evet, daha önce hiç bu kadar çizer biraraya
gelmedi, psikocoğrafik bir çizgi roman olmadı, grafik roman hiç olmadı vs. İşin
doğrusu kimi bakımlardan ilk olmak çok mühim değil bu ülkede. Çünkü ne yapsan
ilk olacağın mecralar var. Benim amacım esasen grafik romanlar üretmek, bir
anlatım tarzı olarak bunu edebiyata ve kitap dünyasına dahil etmek. Bunun
yapılabilir ve yapılırsa iyi bir şey olabileceğini üreticilere, yayıncılara,
okurlara gösterebilmek.
Sen biraz da kolektif işlerin insanısın. Bu kitap ta böyle. Bana mahalle takımı kurduğumuz günleri anımsattı. Bunda bir Ankara havası var gibi geldi bana, ne dersin?
Bu işlerde birlikte çalıştığım çizer arkadaşlar, İstanbul'da bu kadar insanız neden biz biraraya gelemiyoruz diye soruyorlar. Şehre teslim olmak diye bir şeyden söz ediyorlar. Trafiğe, piyasaya, zamana şu bu...Haklı olabilirler, çok bilmiyorum. Ankara'da insanı cezbedecek çok az şey var bu yüzden insanlar işlerine odaklanırlar denir. Bu bana epeyce klişe geliyor. Ben Ankaralıyım, hayatı boyunca hiç çalışmamış bir sürü arkadaşım var bu şehirde yaşayan. Bizi bir şeyler üretmeye teşvik eden şey arzu ve buna bağlı olarak iştah galiba. Hani sen maç demişsin ya, her defasında kazanmaya oynarsın ama aslolan oyundan zevk almaktır. Çizer arıyorsun, çizere göre yazıyorsun, eskizleri tartışıyorsun, eksik gedik tamamlıyorsun, tasarlıyorsun. Seviyorum ben bu işi. Kitapta Ankara havası var ama işin üretimi saplantılı olmayı gerektiriyor. Bu iş bitmeli diyorsun, hayatımdan çıkmalı. Bitmezse yarım kalırım. Eşeği anırtan taşağı derler ya bu kadar istemesek ne hikaye çıkar ne kitap...
Edebiyat ile çizgi roman buluştu bu kitapta. Sence edebiyat ve sinema buluşabiliyor mu bizde? Ercan Kesal bir söyleşisinde, “Elinde senaryosuyla dolaşan öykücüler, romancılar olmalı bizde,” demişti.
Ucundan kıyısından işin içindeyim, şunun adını koyalım isterim: sinemacılar okumuyorlar, okumadan geçtim seyretmiyorlar bile diye iyice kanırtayım. Keskin bir antientelekütelizm var, herkesi entel dantel diye yaftalıyor, klişe bir solculukla günü geçiştiriyorlar. Memlekette o kadar salakça şey var ki bunları eleştirince seni muhalif, solcu ya da entelektüel zannediyorlar. Ercan Kesal'ı düşün, neşeli, hoş sohbet, hayat dolu bir adam. Bu kadar filmde, birdenbire nasıl oynadı. Sinemacılara ilginç geldi, ilaç oldu, renk kattı. Çok güdük bir ortam çünkü. Bir yandan haklılar diyorsun, dizi çekerken kendilerini nasıl geliştirecekler filan...Bahanesi olmuş. Edebiyat-sinema ilişkisi hiç bir yerde verimli yürüyemez diye düşünüyorum. İstisnalar olabilir ama iyi bir romancı asla iyi bir senarist olamaz bence. Biri sözcüklerle düşünüyor, diğeri diyalog ve aksiyonla. Başka şeyler bunlar. Sinemacılar o romanları, o öyküleri okusun ya da okuyacak birilerini bulup, edebiyatçılara yazık etmesinler. Öykücüler, romancılar ellerinde senaryolarıyla dolaşırlarsa yıpranırlar, yapımcılardan paralarını alamaz, hayattan bezdirilirler. Ön yargıyla konuşuyorum...
Yeni süreci sana da soralım. Memleket barışa gidiyor mu sence? Bu barışmayı başarırsak edebiyat nasıl etkilenecek bundan?
İyimser olmak istiyorum. Çatışmayla büyümüş genç bir Kürt kuşağı var, hakeza sosyal medyada yazılanları izliyorsun. Hainler, dönekler, şunlar bunlar deniyor. Bunlar birbirlerini bileyliyorlar. Olmazsa ve yürümezse eğer şiddet büyüyecek. Ankara'da gıcılamaz kağnı derler, o kadar yavaştır ki kağnıdan ses bile çıkmaz. Başka bir şey yapmak ve yaşamak gerekiyor. Kağnı yürüyecekse gıcılayacak işte çaresi yok. Bu süreçte edebiyatın katkısı ne olur? O kendi devranında devrile devrile gidecek, pek etkisi olamaz. Barış süreci ayrı yas süreci ayrı çünkü. O kadar insan öldü. Yas süreci bitmeden edebiyat etkili olamaz. Anlatamaz bence. Anlatamaz dediğim şu: popülerleşemez, bir çevrenin okuduğu kitap olur, herkesi kucaklayamaz.
Sosyal Ayrıntılar Ansiklopedisi için Ahmet Büke ile konuşmuştuk
Sen biraz da kolektif işlerin insanısın. Bu kitap ta böyle. Bana mahalle takımı kurduğumuz günleri anımsattı. Bunda bir Ankara havası var gibi geldi bana, ne dersin?
Bu işlerde birlikte çalıştığım çizer arkadaşlar, İstanbul'da bu kadar insanız neden biz biraraya gelemiyoruz diye soruyorlar. Şehre teslim olmak diye bir şeyden söz ediyorlar. Trafiğe, piyasaya, zamana şu bu...Haklı olabilirler, çok bilmiyorum. Ankara'da insanı cezbedecek çok az şey var bu yüzden insanlar işlerine odaklanırlar denir. Bu bana epeyce klişe geliyor. Ben Ankaralıyım, hayatı boyunca hiç çalışmamış bir sürü arkadaşım var bu şehirde yaşayan. Bizi bir şeyler üretmeye teşvik eden şey arzu ve buna bağlı olarak iştah galiba. Hani sen maç demişsin ya, her defasında kazanmaya oynarsın ama aslolan oyundan zevk almaktır. Çizer arıyorsun, çizere göre yazıyorsun, eskizleri tartışıyorsun, eksik gedik tamamlıyorsun, tasarlıyorsun. Seviyorum ben bu işi. Kitapta Ankara havası var ama işin üretimi saplantılı olmayı gerektiriyor. Bu iş bitmeli diyorsun, hayatımdan çıkmalı. Bitmezse yarım kalırım. Eşeği anırtan taşağı derler ya bu kadar istemesek ne hikaye çıkar ne kitap...
Edebiyat ile çizgi roman buluştu bu kitapta. Sence edebiyat ve sinema buluşabiliyor mu bizde? Ercan Kesal bir söyleşisinde, “Elinde senaryosuyla dolaşan öykücüler, romancılar olmalı bizde,” demişti.
Ucundan kıyısından işin içindeyim, şunun adını koyalım isterim: sinemacılar okumuyorlar, okumadan geçtim seyretmiyorlar bile diye iyice kanırtayım. Keskin bir antientelekütelizm var, herkesi entel dantel diye yaftalıyor, klişe bir solculukla günü geçiştiriyorlar. Memlekette o kadar salakça şey var ki bunları eleştirince seni muhalif, solcu ya da entelektüel zannediyorlar. Ercan Kesal'ı düşün, neşeli, hoş sohbet, hayat dolu bir adam. Bu kadar filmde, birdenbire nasıl oynadı. Sinemacılara ilginç geldi, ilaç oldu, renk kattı. Çok güdük bir ortam çünkü. Bir yandan haklılar diyorsun, dizi çekerken kendilerini nasıl geliştirecekler filan...Bahanesi olmuş. Edebiyat-sinema ilişkisi hiç bir yerde verimli yürüyemez diye düşünüyorum. İstisnalar olabilir ama iyi bir romancı asla iyi bir senarist olamaz bence. Biri sözcüklerle düşünüyor, diğeri diyalog ve aksiyonla. Başka şeyler bunlar. Sinemacılar o romanları, o öyküleri okusun ya da okuyacak birilerini bulup, edebiyatçılara yazık etmesinler. Öykücüler, romancılar ellerinde senaryolarıyla dolaşırlarsa yıpranırlar, yapımcılardan paralarını alamaz, hayattan bezdirilirler. Ön yargıyla konuşuyorum...
Yeni süreci sana da soralım. Memleket barışa gidiyor mu sence? Bu barışmayı başarırsak edebiyat nasıl etkilenecek bundan?
İyimser olmak istiyorum. Çatışmayla büyümüş genç bir Kürt kuşağı var, hakeza sosyal medyada yazılanları izliyorsun. Hainler, dönekler, şunlar bunlar deniyor. Bunlar birbirlerini bileyliyorlar. Olmazsa ve yürümezse eğer şiddet büyüyecek. Ankara'da gıcılamaz kağnı derler, o kadar yavaştır ki kağnıdan ses bile çıkmaz. Başka bir şey yapmak ve yaşamak gerekiyor. Kağnı yürüyecekse gıcılayacak işte çaresi yok. Bu süreçte edebiyatın katkısı ne olur? O kendi devranında devrile devrile gidecek, pek etkisi olamaz. Barış süreci ayrı yas süreci ayrı çünkü. O kadar insan öldü. Yas süreci bitmeden edebiyat etkili olamaz. Anlatamaz bence. Anlatamaz dediğim şu: popülerleşemez, bir çevrenin okuduğu kitap olur, herkesi kucaklayamaz.
Sosyal Ayrıntılar Ansiklopedisi için Ahmet Büke ile konuşmuştuk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder