Pazartesi, Temmuz 16, 2018

Her Zaman Kötülük Kazanır



Jodorowsky, sevdiğim yazarlardan biri değil. İlgi çekici, bazen gerçekten çarpıcı şeyler anlatan, kışkırtıcı bir auteur olduğunu kabul ediyorum. Ön yargı işte, kendisini medya karşıtı gibi konumlandıran bir medyatik kişilik olarak görüyorum onu, hoşuma gitmiyor. Bir yandan büyük dinlerin eleştirisini yapıyor diğer yandan kendisi de alelacayip bir ruhani hareketin sofu öğreticilerinden biri.  Şiddeti meşrulaştıran, onu herşeyden daha fazla önemseyen bir tutumu var, hiç sevemiyorum. Hep böyle değildi. Jodorowsky, özellikle son on beş yılda kötülük hakkında yoğunlaşmaya başladı. Daha eskiden arınma, kendini tanıma gibi manevi yolculukları bilim kurgu öğeleriyle harmanlamayı severdi.  Gerek sinemacılık serüveninde gerekse Fransa'da çizgi romancılarla yaptığı ortaklıklarda popüler türleri alışılmadık referanslarla anlatmak gibi bir çabası hep oldu. Onu tanımlayan en önemli yönü bu galiba.

Yakın zamanlarda kötülük meselesine yoğunlaştı derken geçmişte iyi-kötü karşıtlığına değiniyor ama bunu iyicillikten yana ve bazen naif bir tutumla betimliyordu. Kötülükle başetmenin yolu arınmadan ya da el değmemiş bir saflıktan geliyordu. Bu türden bir eğilim, yetmişli yılların Frankofon bilim kurgusunda ve fantastik anlatılarında sık rastlanılan bir temaydı. Jodorowsky, yeni hikâyelerine daha sert bir vurguyla başladı: insan teki kötüdür diyerek, herhangi bir iyicilliğe yer vermiyordu. Boucq'nun çizdiği Bouncer böyle bir anlatı ikliminden çıkma. Sadece sert bir western hikâyesi anlatmıyor bize. Klişe olacak ama bir hatırlatma gerekiyor: sansürün gevşekliği sebebiyle Latin westernlerinde şiddet ve cinsellik daha kolay gösterilir. Hollywood hayranlığı, abartılı ve taklit bir oyunculukla harmanlanarak epik bir gösteriye dönüşmüştür. Şiddetine, müziğine, sunumuna, türüne ve dolayısıyla kendine hayran bir film izleriz. Jodorowsky, böylesi bir birikimin yanıbaşında durarak, Leone ve Peckinpah karışımı bir üslupla bakıyor westerne. Bouncer’da kolsuz, kör ya da yaşlı kahramanı olan Japon Samuray filmlerinin andıran seçimlerde bulunmuş. Geleneksel çizgi romanlar sonu ünlem işaretiyle biten diyaloglarla doludur. Hikâyede yer alan herkes bir kıyametin arifesindedir; zaten herşey ancak ve ancak olağanüstü olduğunda 'serüven' olabilmekte, çizgi romanlar ilanihaye bu biçimde başlayabilmektedir. Jodorowsky, her türden abartıyı seviyor ama bunu, gerçek aslında böyleydi maharetiyle sunabiliyor: bir ayrım yapmak gerekirse kötü adamın tüyler ürpertici kahkahasıyla ilgilenmiyor ya da Define Adası’nın Uzun John Silver'ının rüzgârda yankılanan ayak seslerini umursamıyor. Kötü adam, öncesinde tereddüt sonrasında pişmanlık duymadan bıçağı eline alıyor, karşısındakinin karnını deşiyor ve sonra sigara yakıp ufku seyrediyor.

Türkçede bu kadar sert hikâyesi olan bir western çizgi romanı pek yayınlanmadı. Büyülü Rüzgar dizisinde yan karakterlerde, geçerken anlatılan kötü adam hikâyelerinde benzer ölçüde marazi şiddet ve kötülük okumadık değil ama hiçbirini bir kahraman olarak tanımadık. Tek bir örnek açıklayıcı olacak: tek kollu Bouncer, öz yeğenine kendi annesinin fotoğrafını gösteriyor. Ağzında sigara, belinde tabanca olan erkeksi bir kadının (oğlanın nenesinin) resmi bu. Ailesi Apaçilerce katledilmiş, tecavüze uğramış, fahişe olarak satılmış, on bir yaşında hamile kalmış bir kadının otuzlu yaşlardaki kocamış halini görüyoruz. Kulağa olağandışı ve abartılı geliyor değil mi? Latin westernlerini, Kore filmlerini, Samuray hikâyelerini, Leone, Tarantino ya da Peckinpah'ı az buçuk biliyorsanız, bu abartı size tuhaf gelmeyecektir. Bouncer ve yeğeni Seth, ailelerinde kim var kim yok öldürerek serüvenlerine başlıyorlar. Öyle acımasız, ürkünç ve öldürmekten zevk alan bir aile ki onlara yönelik bir temizlik bizi rahatsız etmiyor. John Ford iyimserliğini düşünün, toplumu korumak adına öldüren, öldürme hakkı verilen bir şerif/polis kahramanla özdeşleştirir seyircisini. Jodorowsky, düzene değil kaosa inanıyor; onun dünyası her zaman tehlikeli, insan doğasının güvenilmezliğiyle dolu. İntikam duygusu en belirleyici hissiyat, -burayı gülerek yazıyorum- daha sahici başka bir şey olabilir mi ki? Ruhanilik, sabır ve temrin sadece ve sadece uzun yaşamak için gerekli. Kimin ne zaman ateş edeceğini bilmen gerekiyor çünkü her an ölümle burun burunasın. İçki ve cinsellik bu gerginliği hafifletmek adına varlar. Bir çeşni gibiler, belirleyici değiller. Kötücülükle kıyaslanırsa haz ve sarhoşluk gelip geçici şeyler. Öte yandan Jodorowsky, pek çok kez yinelediği gibi 'geçerken' uyuşturucuya selam çakmayı ihmal etmiyor; nostalji, kişisel bir imza ya da bir methiye sayılabilir: kaktüs benzeri afyon içilen bir sahne anlatmış. İnsanları başkalaştıran, ufkunu genişleten bir etkiyi betimlemiş. Olağandışını ve abartıyı seven hikâyeciliğinin bir parçası bu sahneler. Ciyak ciyak bir aşk da katmış işin içine. Ucuz roman aşkı bu, kızla oğlan öyle birden, adam akıllı iki çift laf etmeden âşık oluyorlar birbirlerine: bir bakıyoruz ki ‘ölüyorum-deliriyorum senin için’  kafasına gelmişler. Tabii bu durum ilerde ‘kız ölecek’ dedirtiyor. Aşkı abartmak sonraki şiddet ve intikamı belirginleştirmeye yarıyor. Jodorowsky'e göre yaşamak için öldürmek  kutsal ve sahici bir güdü, aslolan melodram olamaz bu yüzden.

Boucq başarılı bir çizer. Jodorowsky sapkınlığını iyi betimliyor. Dikine ve enine dar kareleri, yüze yakınlaşmayı seviyor. Kimi çalışmaları bizde de yayınlanan Alexis'i andıran bir tarzı var. Alexis westernlerin erkek dünyasını tersine çeviren hikâyeler anlatırdı. Boucq da sürreal sayılagelen anlatılarındaki zengin görsel göndermelerini bir kenara koyarsak, sosyo-kültürel klişeleri, muhafazakârlığı, ikiyüzlü bağnazlıkları hicveden Moucherot adlı kahramanıyla tanındı.  Westernlere ilgisi Bouncer'la başladı ama iyi iş çıkarmış, yakıştırmış. Western seviyorsanız, trash kültürü ve pulp şiddetine alışkınsanız,  Bouncer, Jodorowsky kötücülüğüyle dolu nitelikli bir Vahşi Batı hikâyesi.

Radikal Kitap, 22.2.2013


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder