Jodorowsky, sevdiğim yazarlardan biri değil. İlgi çekici,
bazen gerçekten çarpıcı şeyler anlatan, kışkırtıcı bir auteur olduğunu kabul
ediyorum. Ön yargı işte, kendisini medya karşıtı gibi konumlandıran bir
medyatik kişilik olarak görüyorum onu, hoşuma gitmiyor. Bir yandan büyük
dinlerin eleştirisini yapıyor diğer yandan kendisi de alelacayip bir ruhani
hareketin sofu öğreticilerinden biri. Şiddeti
meşrulaştıran, onu herşeyden daha fazla önemseyen bir tutumu var, hiç
sevemiyorum. Hep böyle değildi. Jodorowsky, özellikle son on beş yılda kötülük
hakkında yoğunlaşmaya başladı. Daha eskiden arınma, kendini tanıma gibi manevi
yolculukları bilim kurgu öğeleriyle harmanlamayı severdi. Gerek sinemacılık serüveninde gerekse
Fransa'da çizgi romancılarla yaptığı ortaklıklarda popüler türleri alışılmadık
referanslarla anlatmak gibi bir çabası hep oldu. Onu tanımlayan en önemli yönü
bu galiba.
Yakın zamanlarda kötülük meselesine yoğunlaştı derken
geçmişte iyi-kötü karşıtlığına değiniyor ama bunu iyicillikten yana ve bazen
naif bir tutumla betimliyordu. Kötülükle başetmenin yolu arınmadan ya da el
değmemiş bir saflıktan geliyordu. Bu türden bir eğilim, yetmişli yılların Frankofon
bilim kurgusunda ve fantastik anlatılarında sık rastlanılan bir temaydı.
Jodorowsky, yeni hikâyelerine daha sert bir vurguyla başladı: insan teki kötüdür
diyerek, herhangi bir iyicilliğe yer vermiyordu. Boucq'nun çizdiği Bouncer
böyle bir anlatı ikliminden çıkma. Sadece sert bir western hikâyesi anlatmıyor
bize. Klişe olacak ama bir hatırlatma gerekiyor: sansürün gevşekliği sebebiyle
Latin westernlerinde şiddet ve cinsellik daha kolay gösterilir. Hollywood
hayranlığı, abartılı ve taklit bir oyunculukla harmanlanarak epik bir gösteriye
dönüşmüştür. Şiddetine, müziğine, sunumuna, türüne ve dolayısıyla kendine
hayran bir film izleriz. Jodorowsky, böylesi bir birikimin yanıbaşında durarak,
Leone ve Peckinpah karışımı bir üslupla bakıyor westerne. Bouncer’da kolsuz,
kör ya da yaşlı kahramanı olan Japon Samuray filmlerinin andıran seçimlerde
bulunmuş. Geleneksel çizgi romanlar sonu ünlem işaretiyle biten diyaloglarla
doludur. Hikâyede yer alan herkes bir kıyametin arifesindedir; zaten herşey ancak
ve ancak olağanüstü olduğunda 'serüven' olabilmekte, çizgi romanlar ilanihaye bu
biçimde başlayabilmektedir. Jodorowsky, her türden abartıyı seviyor ama bunu,
gerçek aslında böyleydi maharetiyle sunabiliyor: bir ayrım yapmak gerekirse kötü
adamın tüyler ürpertici kahkahasıyla ilgilenmiyor ya da Define Adası’nın Uzun John Silver'ının rüzgârda yankılanan ayak
seslerini umursamıyor. Kötü adam, öncesinde tereddüt sonrasında pişmanlık
duymadan bıçağı eline alıyor, karşısındakinin karnını deşiyor ve sonra sigara
yakıp ufku seyrediyor.
Türkçede bu kadar sert hikâyesi olan bir western çizgi
romanı pek yayınlanmadı. Büyülü Rüzgar
dizisinde yan karakterlerde, geçerken anlatılan kötü adam hikâyelerinde benzer
ölçüde marazi şiddet ve kötülük okumadık değil ama hiçbirini bir kahraman olarak
tanımadık. Tek bir örnek açıklayıcı olacak: tek kollu Bouncer, öz yeğenine
kendi annesinin fotoğrafını gösteriyor. Ağzında sigara, belinde tabanca olan
erkeksi bir kadının (oğlanın nenesinin) resmi bu. Ailesi Apaçilerce
katledilmiş, tecavüze uğramış, fahişe olarak satılmış, on bir yaşında hamile
kalmış bir kadının otuzlu yaşlardaki kocamış halini görüyoruz. Kulağa olağandışı
ve abartılı geliyor değil mi? Latin westernlerini, Kore filmlerini, Samuray hikâyelerini,
Leone, Tarantino ya da Peckinpah'ı az buçuk biliyorsanız, bu abartı size tuhaf
gelmeyecektir. Bouncer ve yeğeni Seth, ailelerinde kim var kim yok öldürerek
serüvenlerine başlıyorlar. Öyle acımasız, ürkünç ve öldürmekten zevk alan bir
aile ki onlara yönelik bir temizlik bizi rahatsız etmiyor. John Ford
iyimserliğini düşünün, toplumu korumak adına öldüren, öldürme hakkı verilen bir
şerif/polis kahramanla özdeşleştirir seyircisini. Jodorowsky, düzene değil
kaosa inanıyor; onun dünyası her zaman tehlikeli, insan doğasının
güvenilmezliğiyle dolu. İntikam duygusu en belirleyici hissiyat, -burayı
gülerek yazıyorum- daha sahici başka bir şey olabilir mi ki? Ruhanilik, sabır
ve temrin sadece ve sadece uzun yaşamak için gerekli. Kimin ne zaman ateş
edeceğini bilmen gerekiyor çünkü her an ölümle burun burunasın. İçki ve
cinsellik bu gerginliği hafifletmek adına varlar. Bir çeşni gibiler,
belirleyici değiller. Kötücülükle kıyaslanırsa haz ve sarhoşluk gelip geçici
şeyler. Öte yandan Jodorowsky, pek çok kez yinelediği gibi 'geçerken' uyuşturucuya
selam çakmayı ihmal etmiyor; nostalji, kişisel bir imza ya da bir methiye
sayılabilir: kaktüs benzeri afyon içilen bir sahne anlatmış. İnsanları
başkalaştıran, ufkunu genişleten bir etkiyi betimlemiş. Olağandışını ve
abartıyı seven hikâyeciliğinin bir parçası bu sahneler. Ciyak ciyak bir aşk da
katmış işin içine. Ucuz roman aşkı bu, kızla oğlan öyle birden, adam akıllı iki
çift laf etmeden âşık oluyorlar birbirlerine: bir bakıyoruz ki ‘ölüyorum-deliriyorum
senin için’ kafasına gelmişler. Tabii bu
durum ilerde ‘kız ölecek’ dedirtiyor. Aşkı abartmak sonraki şiddet ve intikamı
belirginleştirmeye yarıyor. Jodorowsky'e göre yaşamak için öldürmek kutsal ve sahici bir güdü, aslolan melodram
olamaz bu yüzden.
Boucq başarılı bir çizer. Jodorowsky sapkınlığını iyi
betimliyor. Dikine ve enine dar kareleri, yüze yakınlaşmayı seviyor. Kimi
çalışmaları bizde de yayınlanan Alexis'i andıran bir tarzı var. Alexis
westernlerin erkek dünyasını tersine çeviren hikâyeler anlatırdı. Boucq da sürreal sayılagelen
anlatılarındaki zengin görsel göndermelerini bir kenara koyarsak,
sosyo-kültürel klişeleri, muhafazakârlığı, ikiyüzlü bağnazlıkları hicveden Moucherot
adlı kahramanıyla tanındı. Westernlere
ilgisi Bouncer'la başladı ama iyi iş çıkarmış, yakıştırmış. Western
seviyorsanız, trash kültürü ve pulp şiddetine alışkınsanız, Bouncer, Jodorowsky kötücülüğüyle dolu
nitelikli bir Vahşi Batı hikâyesi.
Radikal Kitap, 22.2.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder