Nahid Sırrı Örik, son çeyrek yüzyılda yeniden keşfedilen
yazarlarımızdan. 1960 yılında ölmüş birisi için epeyce geç bir tarihte
hatırlandı aslında. Özellikle Kıskanmak
romanıyla ilgi gören, konuşulan bir yazar haline gelen Nahid Sırrı'nın hemen
her kitabı yayınlanıyor artık. Hatta ne yazdığı da yeni bir yazarmışçasına
merak ediliyor. Her dönemin kendine özgü beğeni kalıpları olur, Nahid Sırrı
yaşadığı dönemde beğenilen bir yazar değildi. Edebiyat tarihi kitaplarına bakarsanız
hakkıyla irdelendiği söylenemez, ansiklopedik ve derlemeci bir tutumla ismen
geçer, belli başlı kitapları sıralanır o kadar. Nahid Sırrı, pek çok romancımız
gibi gazetelerde köşe yazıları yazar, romanlarını ve hikayelerini önce
gazetelerde tefrika ederdi. Romanları malum da köşe yazılarının da ilgi görmediği, hatta aralıklarla
küçümsendiğini rahatlıkla söyleyebilirim.
Sözcük tercihleri, nostaljik tutumu, seçkinci kibiri ve bazen kendi
devranında yaşıyor oluşu eleştirilmiştir. Cinsel tercihlerinden dolayı
dışlandığı da tahmin edilebilir. Yusuf Ziya Ortaç'ın hoyrat bir dille, sözüm
ona hicvederek "Kırıtarak gelirken uzaktan Nahid Sırrı / Sanırım
pantolonlu ceketli bir kız gelir" diye yazdıklarına bakılırsa 'erkek
Babıali'de' yaftalanıp yalnızlaştırıldığı
aşikardır. Rivayet odur ki bir süre yaşadığı Ankara'dan ayrılmasının sebebi de
benzer bir saldırı ve dışlamadır. Öyle ki Nahid Sırrı deşifre olup Ankara'dan
ayrılmak zorunda kalmıştır.
Nahid Sırrı nasıl bir yazar? Mutsuz bir adam her şeyden
önce. Kimseyi sevmediğini okuruna hissettiriyor. Sadece sevmemek de değil iğrenmek demek lazım
buna. Kadınları, erkekleri, yoksulları, memurları, azınlıkları sevmiyor. İyi
insanlara inanmıyor, herkesin bir hesabı olduğunu düşünüyor. Dönüp dolaşıp bize
entrikayı resmediyor. Kumpas kuran, kendini korumaya alan, daimi bir şüpheyle
hayata bakan karakterler anlatıyor bize. Habis, iki yüzlü, sadakatsiz, zehirli
bir dünyası var Örik'in. Dışlanmış biri olduğu için mi bu kadar öfkeli? Bunun kesin
bir cevabı yok ama bunu gözardı etmek de mümkün değil.
Gece Olmadan romanı yirmili yıllarda Ankara'da geçiyor.
Belirli bir kahramanı var denemez, roman karakterler arasında geziniyor. Önce kendine
koca arayan bir İstanbullu kadınla karşılaşıyoruz. Nahid Sırrı'nın sevdiği
türden bir çözülmenin ortasında bu genç kadın. Konakta yaşayan, hiç çalışmamış
güzel bir kadını tanıtıyor bize, baba vefat etmiş, ailenin gelirleri giderek
azalmış. Semiha, güzelliğini kullanarak zengin ve yaşlı bir koca arıyor
kendine. Yarım kalan teşebbüsünden anlıyoruz ki evli bir adamı ayartmakta beis
görmemiş. Üstelik annesi ve erkek kardeşi, Semiha'nın ne yapmaya çalıştığının
farkındalar. Roman, bu takdimden sonra başlıyor, Ankaralı Musevi bir tüccarı
gözüne kestiren Semiha, kardeşinin aracılığıyla Ankara'ya gidiyor, memurluğa
başlıyor ve ailenin yanında kiracı oluyor. Bu noktada devreye Yahudi ailesinin
kadınları giriyor. Yeknesaklaşan evlilikler, aldatmalar, metresler, göz
yummalar, bankalarda açılan hesaplar, hediyeler anlatılmaya başlıyor.
Ankara'nın gündelik hayatında, aslına bakarsanız
bürokratik elitlerin sosyalleştiği yerlerde çok az kadın olması pek çok
romancımızın ilgisini çekmiştir. Eksiklik ve yoksulluk bahsinde o küçük bozkır
şehrinin kadınsızlığı da yaralayıcıdır. Nahid Sırrı, kadınsız şehrin Yahudi
kadınlarını konuşturuyor. Erken Cumhuriyet dönemi romanlarında azınlıklar ya
yoktur ya da öfkeyle iğrençleştirilerek anlatılır. Yahudi ailesi hakkaniyetle
anlatılmıyor doğal olarak, hakir görüldükleri, kolayca ikinci sınıf
sayıldıkları söylenebilir ama Örik'in tuhaf bir dengesi , mesafeli-gezinen,
katılaşmayan bir dili var. Asıl derdi
din ya da milliyet değil, insanların sefaleti ve doymazlığı. Melodramatik bir
dili var ama mutlu bir evliliğe inanmıyor. Cinsellikten söz açıyor ama er ya da
geç güdükleşeceğini biliyor. Sürekli para meselelerini dillendiriyor ama asıl
meselenin arzuyla ilgili olduğunu bir biçimde vurguluyor. Siyasetle
ilgilenmiyor ama geçerken öyle bir şey anlatıyor ki bilerek sustuğunu ya da
büyük siyaseti küçümsediğini hissettiriyor. Romanın kahramanlarından Josef, 'bari
vekillerle sefirler gibi yataklı tren' ile git diyen, savurganlığına kızan
karısına uzunca bir cevap veriyor:
"Vaziyeti kavrayamıyorsunuz. Uzun seneler ikinci ile
değil, hatta üçüncü ile seyahat ettim. Üçüncüye yine binebilirim. Fakat artık
Ankara eski Ankara değil, hatta milli mücadele zamanının Ankara'sı değil. Hatta
cumhuriyet'in ilk zamanlarının Ankara'sı da değil. Ben de eski Yasef değilim. İş icabı temas
edebileceğim, insanların bir kısmı eskiden ikincide seyahat ederken şimdi
yataklıda gidip geliyorlar. 'Vay hain Yahudi, kurumuna bak, yataklıdan aşağısı herifi
kurtarmıyor' derler diye çekinip ben yataklıya binmiyorum ama eğer birinciye de
binmezsem bu sefer de 'ne hasis Yahudi, milyoner oldu, halbuki herif hâlâ
ikinci ile gidip geliyor. Bu kadarı Çingeneliğinden mi yoksa binbir
dalaveresinin fark edileceğini düşünüp parasızlık komedyası oynamak
isteyişinden mi orasını da Allah bilir artık' diye türlü tefsire kalkışırlar.
İşte bu iki ihtimali göz önünde tutup birinci ile seyahat ediyorum".
Yahudilerin cimriliğine ilişkin önyargıyı kullanmakla birlikte Yahudi karakterini tek bir boyuta indirmiyor, bu uzun diyalog bir azınlığın yaşarken neleri hesap etmesi gerektiğini de gösteriyor. Nahid Sırrı karakterleri o denli hesapçılık içindekiler ki, hemen her diyalogta, iç düşüncede bir muhakeme okuyoruz. Asıl kahramanlar hep kadınlar olduğu, erkekler ekseriyetle bir flaneur gibi gelip geçtiği için hesap ederken en çok onlara rastlıyoruz. Kadınlar, hele yaşlandıkça daha çok kaybetme korkusu çekiyorlar, erkeklere güvenmiyor, genç kadınları sevmiyorlar. Bazen De Laclos'u ya da Sade'ı andıran kumpaslar kurabiliyorlar. Nahid Sırrı, kadınlara bakarken Hüseyin Rahmi kadar mutlak bir husumet göstermiyor. Yahudi'nin tren biletindeki gibi her hareketlerinin sonucunu irdeletiyor, arada kaldıklarına işaret ediyor. Varsa güzellikleri yoksa pragmatizmleri en önemli sığınakları. Gece Olmadan, Nahid Sırrı'nın başarılı anlatılarından değil ama yazarın tüm klişelerini içeriyor. Doksan yıl önceki Ankara'yı anlatması ayrıca ilginç.
Yahudilerin cimriliğine ilişkin önyargıyı kullanmakla birlikte Yahudi karakterini tek bir boyuta indirmiyor, bu uzun diyalog bir azınlığın yaşarken neleri hesap etmesi gerektiğini de gösteriyor. Nahid Sırrı karakterleri o denli hesapçılık içindekiler ki, hemen her diyalogta, iç düşüncede bir muhakeme okuyoruz. Asıl kahramanlar hep kadınlar olduğu, erkekler ekseriyetle bir flaneur gibi gelip geçtiği için hesap ederken en çok onlara rastlıyoruz. Kadınlar, hele yaşlandıkça daha çok kaybetme korkusu çekiyorlar, erkeklere güvenmiyor, genç kadınları sevmiyorlar. Bazen De Laclos'u ya da Sade'ı andıran kumpaslar kurabiliyorlar. Nahid Sırrı, kadınlara bakarken Hüseyin Rahmi kadar mutlak bir husumet göstermiyor. Yahudi'nin tren biletindeki gibi her hareketlerinin sonucunu irdeletiyor, arada kaldıklarına işaret ediyor. Varsa güzellikleri yoksa pragmatizmleri en önemli sığınakları. Gece Olmadan, Nahid Sırrı'nın başarılı anlatılarından değil ama yazarın tüm klişelerini içeriyor. Doksan yıl önceki Ankara'yı anlatması ayrıca ilginç.
Bu Orhan Veli'nin fotoğrafı değil miydi, görünce yazının onunla ilgili olduğunu sanmıştım.Kaçırdığım bir şey mi var?
YanıtlaSilGugıllarsanız Nahid Sırrı'nın bu fotoğrafıyla karşılaşacaksınız. Çok selam
YanıtlaSilOrhan Veli'nin görsellerinde de bir sürü yerde bu fotoğraf çıkıyor,merak ettim şimdi.
YanıtlaSil