Perşembe, Temmuz 13, 2023

Dirisi Olmak Hayatın



Samet Ağaoğlu bir hikayesinde, serçenin peşindeki kediye bakıyor ve kediyi kovalasam, kedi için kötü, serçe için iyi olurum diye düşünüp, iyilik ve fenalık üstüne kafa patlatıyor. Kediyi kovalamasa, belki kendini kötü hissedecek... ya da karışma hakkı olmalı mı acaba? Ne hakla doğanın dengesine karışıyor? 

Kültürel sermayemiz, arkadaşlarımız, ilgilerimiz, konuştuklarımız ve içinde bulunduğumuz dönem bizi çepeçevre saran bir "gerçeklik" oluşturuyor. Bu gerçeklik, istisnasız ve her zaman o denli belirleyici oluyor ki hayatımız üzerimizde. Bu yüzden bir şeyi çok önemsiyoruz  bazen ya da sahiden önemsememiz gereken bir şeyi es geçebiliyoruz. Önemsediklerimiz ve es geçtiklerimiz bizi (o toplumu) biz yapan olgular elbette. Bunlar bizi körleştirip sağırlaştırabiliıyor. Şöyle de söylenebilir: sırf önemsediklerimizden hareketle başkalarını körlük ya da sağırlıkla da suçlayabiliyoruz.



Herkes için ortak bir doğru bulamazsınız ama bunu aramak ya da herkesin anlayabileceği biçimde bu doğruyu sabitlemeye çalışmaktan vazgeçemezsiniz. Hukuk bunun için vardır, seküler ahlak ve din de bunun için vardır ve buna göre tanzim edilirler. 

Şevket Süreyya Aydemir, anılarında hasır şapka giydiği için hırpalanan insanlardan ya da miladi yılı kullandığı için azarlandığından bahseder. Bir defasında İstiklal Mahkemesindedir, anlattığına göre hakim, sanıklara karşı ölesiye tahammülsüz ve öfkelidir. Yaşadıklarını ve mahkemede olup bitenleri kıyaslayarak mealen şöyle bir şey yazar: "başına kanundan evvel şapka giydi diye genç bir gazeteciyi merdivenlerden yuvarlayan adam, aradan kısa bir süre geçince, ünlü bir müderrisi şapka giymedi diye darağacına verebiliyordu". 

Aydemir, "Türkiye'de her inkilap olur, fakat ancak kanun yoluyla [olur]" demeye getirip eleştiriyor. Onun derdi, esasen sivil bürokrasimizin eleştirisiyle aynıdır: Doğuluyuz. İsteyerek değil, dikte edildiği için yapıyoruz vs. Doğal değil yapıntı bir enerjidir bu.  Sahici değil köksüzdür. Yukarıdan aşağıya gelişen modernizmin eleştirisini yapar... 

Ben bu meselenin doğulu olmakla ilgisi olduğunu sanmıyorum. Her yerde benzeri sonuçlarla karşılaşıyoruz. Hakimin öfkesi de bana yabancı gelmiyor. Üst rütbeli subaylar, Valiler, Profesörler diye örneklendirebileceğim görevinde yükseldikçe imtiyaz alan insanlar, kolay öfkelenirler. Çünkü onlara [her ne olursa olsun] pek itiraz edilmez. Hep haklı oldukları düşünülür, öyle davranılır. "Tabbi ki onlar doğrusunu biliyorlardır." 

Hayata bir ebeveyn gibi bakıp sürekli yanlışları işaret ederler. Erkek aklı, baba aklı, komutan aklı, amir aklı... Hakimin önüne geleni aptal bulup ders vermesi bana tuhaf gelmiyor, bu İstiklal mahkemelerine veya geçmişe özgü bir tavır değil çünkü. 

Yaşadığımız gerçeklikten, o duygu ve düşünce ikliminden çıkarak düşünebilme mahareti gösterebilmek her şeyden daha önemli bence. Devranın döneceğini bilmek, çoğunluğun ak dediğine üç gün sonra kara deneceğini akletmek...

İnsanın kültürü ve insan sevgisi en çok tahammül sınırlarıyla kendini gösteriyor. Aktüel tartışmaların dışına çıkmak, insanların nasıl tartıştığını görmek, nelere yoğunlaştıklarını fark etmek ve olabildiğince mesafeli olmak gerek sanki. 

İnsan en çok kendini sorgulamalı, o iklime ve yaratılan gerçekliğe kapıldığını fark edebilmeli. Bana öyle geliyor ki, ne yaşanırsa yaşansın, asıl amaç insanın özgürlüğünü artırmak. Ödünsüz düşünce ve ifade özgürlüğü için direnmek...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder