TRT’de yayınlanan Mor Menekşeler 1950'lerin Ankara'sında
geçen, beraber büyüyen üç kabadayının ekseninde Ankara'daki eski mahalle
yaşamını, bir yandan dönemin politik olaylarının kent yaşamına etkisini anlatan
bir dizi. Bu hikayeyi ve bu dönemi seçmenizde neler etkili oldu? Bunlar bir yerlerden bildiğiniz hikayeler
miydi?
Ankara kabadayılarıyla ilgili bir dizi yazma fikrini bana
Tarkan Karlıdağ önerdi. Benim daha önce Hacettepe’yle ilgili yazılarım vardı.
Ailem Hacettepelidir, 1960’lı yılların sonunda yıkılan yüz küsur senelik bir
evimiz varmış orada. Hikâyeyi yazarken ilham aldığım insanlar ve olaylar oldu
ama dizi mantığında dramatize edilmiş bir anlatı bu, gerçeklik vehmi yaratmak
için gerçek olaylara ufak tefek göndermeler yaptım o kadar.
1950'lerin mahalle yaşamı sizin çocukluğunuzun geçtiği
1970'lerin Ankara'sına ne kadar benziyor sizce? Çocukluğunuz Ankara'nın hangi
bölgelerinde geçti? Bu dönemin Ankara'sı ile ilgili neler hatırlıyorsunuz?
Ben Keçiören ve Ulus’ta büyüdüm. Keçiören bağ evlerinin
yoğun olduğu yeşili bol, sakin bir yerdi, güzeldi. Ulus’ta çalışırdım. Her iki
yerle de ilgili güzel ve kötü hatırladığım şeyler var. Dizideki Eskitepe ile
bağ mutlaka kurulabilir ama geniş anlamıyla mahalle dayanışmasıyla ilgili bir
klişe var kafamızda. Diziler ve popüler kültür, bu tür klişelerden
faydalanırlar. Benzerlikten ziyade bu klişeye yakın veya uzak olmak meselesi
var. Ben olabildiğince gri bir hikaye anlatmak istedim. Temelde iyimser
biriyim, ne kadar gri olsa da hikâyeyi o tarafa çektim diyebilirim.
Keçiören'e ve Ulus'a hâlâ gider misiniz?
Keçiören’den 1991 yılında taşındım, oralara geri gidersem
açıkçası üzülüyorum. Mevcut inşaat estetiği beni yaralıyor. Hayalimdeki
sokaklar yaşasın istiyorum, yeni hallerini görmesem daha iyi olur sanki…
Ulus’un durumu da pek iyi değil… Doğrusu Kızılay bile can çekişiyor artık. Bizde
meydan kültürü yok, merkezleri ferahlatamıyoruz. Sakalet had safhada...
Mor Menekşeler'in çocuk karakterlerinden Tarzan, dizinin
bir bölümünde sünnet olmak istemez ve kaçar. "Beni Deli Gücük
kaçırdı" der sonra. Deli Gücük sizin editörlüğünü yaptığınız çizgi
romanlardan birinin de adı... Çok çizgi roman okuyan bu çocuk sizsiniz sanki?
Kendi yarattığım bir başka karaktere göndermede bulundum
orada, dizide ister istemez her karakterde benden izler var ama Tarzan değilim.
"Deli Gücük; Osmanlı Taşrasından Dehşet ve Korku
Hikayeleri" adlı serideki "Deli Gücük" kimdir? Buradaki
hikayeler yerel söylencelerden mi temel alıyor yoksa tamamen kurgusal hikayeler
mi?
Tamamı kurgusal, küçük oyunlar yapıyoruz ama birebir bir
temellendirdiğimiz bir şey yok…
Deli Gücük serisi nasıl ortaya çıktı? Kimlerle birlikte
çalışıyorsunuz?
Ben senede bir bile olsa tamamı yerli çizerlerden oluşan
çizgi roman albümleri yapmak istiyordum. Deli Gücük’ü bir korku albümü için
düşünmüş, sonra Tam Macera adlı bir dergide kullanmıştım. Çok sayıda yazar ve
çizerin katılımıyla yeni hikâyeler yaptık, iki albüm çıkarttık. Şu aralar
üçüncüsü de hazır ama benim senaryo işleri çok vakit alıyor, bir türlü biten hikâyeleri
toparlayamıyorum.
"Türkiye'de Çizgi Roman" başta olmak üzere
çizgi romanlarla ilgili kitaplarınız var. Çizgi romanlara ilginiz nasıl başladı?
Okurluktan "uzmanlığa" geçen bu süreci biraz anlatır mısınız?
Önceleri bir fan, koleksiyoncu ya da çizgi roman
senaryosu yazan biriydim. Çizgi roman büyük bir düşüşteydi, bir nostalji nesnesine
dönüşmüş, satmaz olmuştu. Fanzinler hazırlıyordum, hakkında bir kitap yazmaya
başladım. Sonra üniversitede asistan oldum. Mizah ve çizgi romanla ilgili başka
kitaplar da yazdım. Uzman değilim ama pek çok insan beni bu alanda yaptığım
işlerden tanıyor ve beni uzman sayıyor. Oysa ben sadece sevdiği şeyler hakkında
kalem oynatan biriyim.
Bir de Behzat Ç. konusu var... Emrah Serbes'in "Her
Temas İz Bırakır" ve "Son Hafriyat" romanlarından uyarlanan dizi
büyük ilgi görüyor. İletişim Yayınları'ndan çıkan kitabın editöryal sürecinde
Tanıl Bora'yla birlikte sizin de katkınız olduğunu biliyoruz. Emrah Serbes
romanlarını yayınlanması için size getirdiğinde neler düşündünüz? İşlerin
buraya varacağını; dizisiyle, filmiyle Behzat Ç.'nin kült bir karaktere
dönüşeceği aklınıza gelir miydi? Bu
başarıyı neye bağlıyorsunuz?
Emrah’ın polisiye romanları yayınlanırken ben yayınevinde
değildim, ben Erken Kaybedenler isimli hikâye kitabına editörlük yaptım. Dizi
başlarken sanırım hepimiz başarılı olmasını istiyorduk, işin doğrusu madden
herkes çok zordaydı. Belirsizlik, bir güvensizlik vardı. Sınırlı bir bütçeyle
işe girildi. Ben Emrah, Ercan, Tarkan (Karlıdağ) ve Serdar'ın (Akar) başarılı
olmalarını istiyordum, bunu hakediyorlardı ama dizi dünyası serseri bir kuş
gibi, çarpar diyorsun çarpmıyor. Olur diyorsun olmuyor. Sanırım kimse işin bu
noktaya geleceğini düşünmemişti. İyi oldu. Hikâyesi ve meselesi olan insanlar
her zaman bu fırsatı yakalayamıyor, o bakımdan çok iyi oldu. Yeni işler
yapacaklar, kredileri olacak.
Diziye danışmanlık da yapıyorsunuz; hangi konularda
yardımlarınız oluyor? Danışmanlık yaptığınız başka yayınlar da var mı?
Dizi hakkında konuştuğumuz oluyor ama danışmanlık gibi
bir şey olmadı bu. Özellikle dizinin ilk on bölümünde bir katkım olmuş olabilir
ama bu resmi bir şey değil zaten... Sağolsunlar Emrah da dizinin asıl senaristi
Ercan da bunu yeri geldiğinde söylüyorlar. Ben kendi dizimle uğraştığım için
Behzat Ç.’yi seyredemiyorum bile. Senaryo işi çok ağır bir iş… Çok vakit
alıyor…İletişim Yayınlarında editörlük de yaptığım için pek çok romancıyla
metni üstünde çalışıyoruz. Ben hikaye konuşmayı çok severim. Bazen senaryolar,
romanlar tıkanıyor, akıl fikir soranlar oluyor, konuşuyoruz. Danışmanlık ne
demek bilmiyorum, hasbihal ediyoruz diyelim yaptığıma.
Son dönem Türk Sineması'nın "Bizim Büyük
Çaresizliğimiz", "Aşk Tesadüfleri Sever" ve "Yeraltı"
gibi ilgi gören yapımlarında da Ankara'ya bir eğilim söz konusu. Bu durumu neye
bağlıyorsunuz?
Dikkat ederseniz yazarı ya da yönetmeni Ankaralı olan
birileri yüzünden bu filmler burada çekildiler. Bence sanıldığı kadar güçlü bir
eğilim yok, hayat İstanbul üzerinden akıyor. Herşey oraya endeksli yaşanıyor.
İstanbul’a kar yağınca haber oluyor örneğin…
İletişim Yayınları'nın Ankara kanadı nasıl çalışıyor?
Ankara'dan ne tür yayınlar çıkıyor? Size ulaşan yazarlar daha çok hangi
alanlarda eserler üretiyor?
Biz Ankara’da iki kişiyiz, asıl ekip İstanbul’da… Editöryal
olarak kitapları yayına hazırlıyor, İstanbul’a gönderiyoruz. Kitaplar dışında
süreli yayınlarımız da var, onları da burada hazır ediyoruz. Yoğun bir iş… Ankara’dan
akademik metin daha çok çıkar, İstanbul’un keşmekeşini düşünürseniz, insanlar
burada çalışmaya ve kendilerini geliştirmeye daha çok vakit ayırıyorlar sanki… Veya
onları cezbedecek, çalışmalarını aksatacak az şey var diyelim… Ben bu şehirde
insanların kendilerine ve çevrelerine daha çok vakit ayırabildiklerine
inanıyorum. Yoksa her yerden iyi yazar ve iyi metin çıkar…
Son zamanlarda neler üzerine çalışıyorsunuz? Televizyonda
yeni işlerinizi görecek miyiz?
Televizyon, tiyatro ve sinemayla ilgili teklifler aldım,
sonu nereye varır bilmiyorum. Çünkü bu işler sadece sizin üstünüze düşeni
yapmanızla bitmiyor. Tamamlanmamış işlerden de söz etmek pek istemiyorum.
Oldukça yoğun bir çalışma programınız var. Ancak mutlaka
kendinize ve ailenize de zaman ayırıyorsunuzdur. İş ve evin dışında Ankara'da
nasıl zaman geçirirsiniz, nerelere gidersiniz?
Senaryo yazarken, sektöre güvenmediğim için editörlük
işimi bırakmadım ve doğrusu bu yüzden çok ağır bir yıl geçirdim. Normalde
sürekli film seyrediyorum, işim gereği çok okuyorum. Keyfim için hikâye ve
çizgi roman okurum. Mutlaka kitapçı geziyorum. Oğlumla Türkiye’ye gelen her
çocuk filmine birlikte gidiyoruz, ev ve büro dışında yaptığım en büyük faaliyet
bu galiba. Arkadaşlarım ve eşim olmasa pek odamdan çıkmıyorum.
Röportaj ve fotoğraf: Evren Özesen
06 Anka Ekim-Kasım 2012 dergisinde yayınlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder