Salı, Ekim 16, 2012

Ankara'da İnsanlar Kendilerine ve Çevrelerine Vakit Ayırabiliyor



TRT’de yayınlanan Mor Menekşeler 1950'lerin Ankara'sında geçen, beraber büyüyen üç kabadayının ekseninde Ankara'daki eski mahalle yaşamını, bir yandan dönemin politik olaylarının kent yaşamına etkisini anlatan bir dizi. Bu hikayeyi ve bu dönemi seçmenizde neler etkili oldu?  Bunlar bir yerlerden bildiğiniz hikayeler miydi?
Ankara kabadayılarıyla ilgili bir dizi yazma fikrini bana Tarkan Karlıdağ önerdi. Benim daha önce Hacettepe’yle ilgili yazılarım vardı. Ailem Hacettepelidir, 1960’lı yılların sonunda yıkılan yüz küsur senelik bir evimiz varmış orada. Hikâyeyi yazarken ilham aldığım insanlar ve olaylar oldu ama dizi mantığında dramatize edilmiş bir anlatı bu, gerçeklik vehmi yaratmak için gerçek olaylara ufak tefek göndermeler yaptım o kadar.

1950'lerin mahalle yaşamı sizin çocukluğunuzun geçtiği 1970'lerin Ankara'sına ne kadar benziyor sizce? Çocukluğunuz Ankara'nın hangi bölgelerinde geçti? Bu dönemin Ankara'sı ile ilgili neler hatırlıyorsunuz?
Ben Keçiören ve Ulus’ta büyüdüm. Keçiören bağ evlerinin yoğun olduğu yeşili bol, sakin bir yerdi, güzeldi. Ulus’ta çalışırdım. Her iki yerle de ilgili güzel ve kötü hatırladığım şeyler var. Dizideki Eskitepe ile bağ mutlaka kurulabilir ama geniş anlamıyla mahalle dayanışmasıyla ilgili bir klişe var kafamızda. Diziler ve popüler kültür, bu tür klişelerden faydalanırlar. Benzerlikten ziyade bu klişeye yakın veya uzak olmak meselesi var. Ben olabildiğince gri bir hikaye anlatmak istedim. Temelde iyimser biriyim, ne kadar gri olsa da hikâyeyi o tarafa çektim diyebilirim.

Keçiören'e ve Ulus'a hâlâ gider misiniz?
Keçiören’den 1991 yılında taşındım, oralara geri gidersem açıkçası üzülüyorum. Mevcut inşaat estetiği beni yaralıyor. Hayalimdeki sokaklar yaşasın istiyorum, yeni hallerini görmesem daha iyi olur sanki… Ulus’un durumu da pek iyi değil… Doğrusu Kızılay bile can çekişiyor artık. Bizde meydan kültürü yok, merkezleri ferahlatamıyoruz. Sakalet had safhada...

Mor Menekşeler'in çocuk karakterlerinden Tarzan, dizinin bir bölümünde sünnet olmak istemez ve kaçar. "Beni Deli Gücük kaçırdı" der sonra. Deli Gücük sizin editörlüğünü yaptığınız çizgi romanlardan birinin de adı... Çok çizgi roman okuyan bu çocuk sizsiniz sanki?
Kendi yarattığım bir başka karaktere göndermede bulundum orada, dizide ister istemez her karakterde benden izler var ama Tarzan değilim.

"Deli Gücük; Osmanlı Taşrasından Dehşet ve Korku Hikayeleri" adlı serideki "Deli Gücük" kimdir? Buradaki hikayeler yerel söylencelerden mi temel alıyor yoksa tamamen kurgusal hikayeler mi? 
Tamamı kurgusal, küçük oyunlar yapıyoruz ama birebir bir temellendirdiğimiz bir şey yok… 

Deli Gücük serisi nasıl ortaya çıktı? Kimlerle birlikte çalışıyorsunuz? 
Ben senede bir bile olsa tamamı yerli çizerlerden oluşan çizgi roman albümleri yapmak istiyordum. Deli Gücük’ü bir korku albümü için düşünmüş, sonra Tam Macera adlı bir dergide kullanmıştım. Çok sayıda yazar ve çizerin katılımıyla yeni hikâyeler yaptık, iki albüm çıkarttık. Şu aralar üçüncüsü de hazır ama benim senaryo işleri çok vakit alıyor, bir türlü biten hikâyeleri toparlayamıyorum. 

"Türkiye'de Çizgi Roman" başta olmak üzere çizgi romanlarla ilgili kitaplarınız var. Çizgi romanlara ilginiz nasıl başladı? Okurluktan "uzmanlığa" geçen bu süreci biraz anlatır mısınız? 
Önceleri bir fan, koleksiyoncu ya da çizgi roman senaryosu yazan biriydim. Çizgi roman büyük bir düşüşteydi, bir nostalji nesnesine dönüşmüş, satmaz olmuştu. Fanzinler hazırlıyordum, hakkında bir kitap yazmaya başladım. Sonra üniversitede asistan oldum. Mizah ve çizgi romanla ilgili başka kitaplar da yazdım. Uzman değilim ama pek çok insan beni bu alanda yaptığım işlerden tanıyor ve beni uzman sayıyor. Oysa ben sadece sevdiği şeyler hakkında kalem oynatan biriyim. 

Bir de Behzat Ç. konusu var... Emrah Serbes'in "Her Temas İz Bırakır" ve "Son Hafriyat" romanlarından uyarlanan dizi büyük ilgi görüyor. İletişim Yayınları'ndan çıkan kitabın editöryal sürecinde Tanıl Bora'yla birlikte sizin de katkınız olduğunu biliyoruz. Emrah Serbes romanlarını yayınlanması için size getirdiğinde neler düşündünüz? İşlerin buraya varacağını; dizisiyle, filmiyle Behzat Ç.'nin kült bir karaktere dönüşeceği  aklınıza gelir miydi? Bu başarıyı neye bağlıyorsunuz? 
Emrah’ın polisiye romanları yayınlanırken ben yayınevinde değildim, ben Erken Kaybedenler isimli hikâye kitabına editörlük yaptım. Dizi başlarken sanırım hepimiz başarılı olmasını istiyorduk, işin doğrusu madden herkes çok zordaydı. Belirsizlik, bir güvensizlik vardı. Sınırlı bir bütçeyle işe girildi. Ben Emrah, Ercan, Tarkan (Karlıdağ) ve Serdar'ın (Akar) başarılı olmalarını istiyordum, bunu hakediyorlardı ama dizi dünyası serseri bir kuş gibi, çarpar diyorsun çarpmıyor. Olur diyorsun olmuyor. Sanırım kimse işin bu noktaya geleceğini düşünmemişti. İyi oldu. Hikâyesi ve meselesi olan insanlar her zaman bu fırsatı yakalayamıyor, o bakımdan çok iyi oldu. Yeni işler yapacaklar, kredileri olacak. 

Diziye danışmanlık da yapıyorsunuz; hangi konularda yardımlarınız oluyor? Danışmanlık yaptığınız başka yayınlar da var mı? 
Dizi hakkında konuştuğumuz oluyor ama danışmanlık gibi bir şey olmadı bu. Özellikle dizinin ilk on bölümünde bir katkım olmuş olabilir ama bu resmi bir şey değil zaten... Sağolsunlar Emrah da dizinin asıl senaristi Ercan da bunu yeri geldiğinde söylüyorlar. Ben kendi dizimle uğraştığım için Behzat Ç.’yi seyredemiyorum bile. Senaryo işi çok ağır bir iş… Çok vakit alıyor…İletişim Yayınlarında editörlük de yaptığım için pek çok romancıyla metni üstünde çalışıyoruz. Ben hikaye konuşmayı çok severim. Bazen senaryolar, romanlar tıkanıyor, akıl fikir soranlar oluyor, konuşuyoruz. Danışmanlık ne demek bilmiyorum, hasbihal ediyoruz diyelim yaptığıma. 

Son dönem Türk Sineması'nın "Bizim Büyük Çaresizliğimiz", "Aşk Tesadüfleri Sever" ve "Yeraltı" gibi ilgi gören yapımlarında da Ankara'ya bir eğilim söz konusu. Bu durumu neye bağlıyorsunuz? 
Dikkat ederseniz yazarı ya da yönetmeni Ankaralı olan birileri yüzünden bu filmler burada çekildiler. Bence sanıldığı kadar güçlü bir eğilim yok, hayat İstanbul üzerinden akıyor. Herşey oraya endeksli yaşanıyor. İstanbul’a kar yağınca haber oluyor örneğin… 

İletişim Yayınları'nın Ankara kanadı nasıl çalışıyor? Ankara'dan ne tür yayınlar çıkıyor? Size ulaşan yazarlar daha çok hangi alanlarda eserler üretiyor? 
Biz Ankara’da iki kişiyiz, asıl ekip İstanbul’da… Editöryal olarak kitapları yayına hazırlıyor, İstanbul’a gönderiyoruz. Kitaplar dışında süreli yayınlarımız da var, onları da burada hazır ediyoruz. Yoğun bir iş… Ankara’dan akademik metin daha çok çıkar, İstanbul’un keşmekeşini düşünürseniz, insanlar burada çalışmaya ve kendilerini geliştirmeye daha çok vakit ayırıyorlar sanki… Veya onları cezbedecek, çalışmalarını aksatacak az şey var diyelim… Ben bu şehirde insanların kendilerine ve çevrelerine daha çok vakit ayırabildiklerine inanıyorum. Yoksa her yerden iyi yazar ve iyi metin çıkar…

Son zamanlarda neler üzerine çalışıyorsunuz? Televizyonda yeni işlerinizi görecek miyiz? 
Televizyon, tiyatro ve sinemayla ilgili teklifler aldım, sonu nereye varır bilmiyorum. Çünkü bu işler sadece sizin üstünüze düşeni yapmanızla bitmiyor. Tamamlanmamış işlerden de söz etmek pek istemiyorum. 

Oldukça yoğun bir çalışma programınız var. Ancak mutlaka kendinize ve ailenize de zaman ayırıyorsunuzdur. İş ve evin dışında Ankara'da nasıl zaman geçirirsiniz, nerelere gidersiniz? 
Senaryo yazarken, sektöre güvenmediğim için editörlük işimi bırakmadım ve doğrusu bu yüzden çok ağır bir yıl geçirdim. Normalde sürekli film seyrediyorum, işim gereği çok okuyorum. Keyfim için hikâye ve çizgi roman okurum. Mutlaka kitapçı geziyorum. Oğlumla Türkiye’ye gelen her çocuk filmine birlikte gidiyoruz, ev ve büro dışında yaptığım en büyük faaliyet bu galiba. Arkadaşlarım ve eşim olmasa pek odamdan çıkmıyorum. 

Röportaj ve fotoğraf: Evren Özesen
06 Anka Ekim-Kasım 2012 dergisinde yayınlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder