Cumartesi, Nisan 21, 2012

Corto, Git Gidebildiğin Kadar


Corto Maltese, çizgi romanın varolduğu her yerde, özellikle Avrupa'da büyük değer atfedilen, itibarlı bir çizgi romandır. Sanatın, edebiyatın, iyi hikayenin ve iştahlı bir serüvenciliğin mevzu edildiği her yerde bir simge olarak onunla karşılaşabiliriz. Bakmayın siz, çizgi roman aşağı yukarı, kırk yıldır sanat olduğunu ispata çalışıyor. Ve bugün 'farklı bir şey okudum, bildiğim çizgi romanlara benzemiyordu' deniyorsa veya grafik roman denen şey varsa eğer, hakkını teslim edelim, Corto'ya ve yaratıcı Pratt'a çok şey borçluyuz demektir. Hiç okumadıysanız veya daha fazlasını söyleyeyim: hayatınızda hiç çizgi roman okumadıysanız, Corto'yu tavsiye edeceğim. İyi bir dizi hikaye okuyacaksınız.

Corto ikinci kez Türkçede, bu kerre renkli bir versiyonla karşımızda. Bu tekrara rağmen tuhaf, yaralı, sessiz serüvenciyle yakın zamanlarda, epeyce geç tanıştık demek gerekiyor. Bazı gecikmeler iyidir, başka yerlerde üslupla ilgili kıyametler koparken, siz hazıra konarsınız. Corto, yetmişli yıllarda Fransa ve İtalya'da, sanat münakaşalarının göbeğinde, pek çok üreticiyi derinden etkiledi. Mütevazi bir dille, kendini ve yazarını hiç hissettirmeden, önemli bir anlatı inşa ediyordu. İlk baktığınızda, klişe bir serüven hikayesi, ortada bir kahraman var, önüne geleni tepeliyor diyordunuz. Oysa alelacayip bir sakinliği vardı. Savaş, siyaset, edebiyat ve hayat hakkında garip şeyler konuşuluyordu karelerde. Dönemsel olarak Corto’yu çizgi roman evreninde devrimci kılan özelliklerdi bunlar. Çabuk çizilmiş hissini veren fırça kullanımı ve çiniyle kağıdın beyazlığını karşıtlık olarak kuran kareleri hemen göze çarpıyordu. Bu görsel tespit, onu tarz olarak Milton Caniff’e yaklaştırıyordu ama önemli bir farkla: Caniff, “gerçekliği” güçlendiren sert bir çini kullanırken, Pratt, Corto’nun anlatımına uygun biçimde masalımsı düşselliği andıran bir yumuşaklığı tercih ediyordu. Kimi zaman tarama ucunu incelikle-ayrıntıcı bir görsellik için kullanmıyor değildi ayrıca. Ancak asıl fark sanıyorum, anlatılan hikâyelerdeydi.

Önce hemen ilk bakışta görünenlerden bahsedelim: Golden Age dönemi serüven çizgi romanlarını andıran tiplemeleri ve mekânları vardı; hikâyeler mutlaka bir seyahate, aranan bir hazineye, yolda karşılaşılan alengirli tehlikelere dayanıyordu. Ancak Corto’yu kendine özgü kılan, kesitli anlatım dili ve çarpıcı diyaloglarıydı. Ölüme yakın duran tiplemeleri hiç beklenmedik bir anda garip-derinlikli kimi zaman edebiyatı çağrıştıran konuşmalara başlıyorlardı. Corto’nun az konuşan, bencil, cool ve hedonist sayılabilecek görünümünü ters-yüz eden, aslını açığa çıkartan sahneler de böyle başlayabiliyordu. Anlamaktan yorulmuş Corto’nun neleri hatırladığı ve aslında nelerle avunduğunu görmek dizinin önemli parçalarından birini oluşturuyordu. 

Çizgi romanlar genellikle tefrika mantığına uygun olarak üretilirler. Her hafta başlayıp biten (ya da albüm olarak belli sayıdaki sayfayla sınırlanarak) hikâye anlatmak bir ekonomiyi gerektirmektedir. Tasarlanan her kare, hikâyenin bir parçasıdır ve akışı sağlayan bir “an” veya “anlatıma” denk düşmektedir. Pratt bir serüven romanında olmayacak kadar hikâyeyi yavaşlattığı için genel seyir ile ilgisi olmayan sahnelerle karşılaşırız. Hikâye kesilirken, oldukça insani, temelde bir duyguya dayanan diyaloglar okuruz. Corto biriyle konuşmaktadır ya da birlikte susmaktadırlar, evet bazen birbirinin aynısı, tek bir çizgisi değişmemiş, tek bir sözün geçmediği kareler izleriz. Resmedilenler, sabit bir kamera önünde sessizce duran oyuncuları çağrıştırdığı gibi çizgi romanı ifade olarak edebiyata yaklaştırır. Sürekli aksiyon içinde, şaşırma – irkilme efektlerinin bolca kullanıldığı, sonu ünlem işaretiyle biten konuşmaların sıkça geçtiği çizgi roman türünü biçimsel olarak farklılaştıran bir müdahaledir bu. Kalabalıklar, savaşlar, kovalamacalar içinde durgun, bekleyen ve mutlaka özleyen insanlara rastlarız. Adlandırmak gerekirse her şey hüznü çağrıştırmaktadır. “Demek vakit geldi” diye kalkıp kaçmaya ya da kovalamaya devam edecek, ölmeye gideceklerdir. Corto, katıksız bir aynılığın, bıkkınlığın içinde o sahneleri defalarca yaşamış “dünya kaç kere kayboldu, kaç kere bulundu” diyebilecek biridir. Sürprizleri, itirafları ve cesareti, kaçıp giden, erken büyümek zorunda kaldığı geçmişini/çocukluğunu yakalamak içindir sanıyorum. En azından ben öyle tahayyül ediyorum. Ermişliği, deneyimlerden-yaşanmış olaylardan ve karşılaşılmış insanlardan beslenir. Hep bir şeylerin peşinden gider ama onu hep ufku, güneşin batışını veya yıldızları izlerken hatırlarız. Hugo Pratt adlı adamın kahramanı olduğunu biliyordur sanki.

Radikal Kitap, 20.4.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder