Pazartesi, Ocak 10, 2011

La Kavga Var Dalak mı?

Gündelik hayatın dili, hatırlamayı kolaylaştırması nedeniyle klişeleri ve adlandırmayı sever. Medya da yaygınlaşmak adına hem gündelik hayatın dilini tercih eder hem de bizatihi kendisi adlandırma ve klişe üretir. Bu halkın dilini kullanıyorum diyerek yapılan bir üretim olduğu için gündelik dili ve argoyu da etkileyen bir süreçtir. Geçmişte halkın konuşma dili ve argosu medyaya sirayet ederken, basının yaygınlaşmasına bağlı olarak medyanın dili, halkın konuşma dilini ve argosunu belirler hale gelmiştir. Televizyonun ve bugünkü yeni medyaların varlığı düşünülürse muhalif grupların dil ve söylemlerinin dolaşıma girme imkânı giderek azalıyor. Ancak tüketilebilir ve yeniden üretilebilir olan, medyanın diline dâhil edilebiliyor.

Bir süredir büyük kentlerde AVM çevrelerinde, bazen en işlek caddelerde, giyimleri, saç kesimleri, renk tercihleri bakımından birbirine benzeyen, kendilerine Apaçi adını veren ya da bu adlandırmayı kabul eden erkek topluluklarına rastlıyoruz. Son bir yıl içerisinde gülme, eğlenme, dansetme, iğrenme ve taklit etme vesilesi olarak geçmişteki hiçbir adlandırmaya benzetilemeyecek ölçüde popülerleştiler… Görünen o ki maganda nitelemesinin yerine ikame ediliyorlar. Medyada taciz, darp, sarkıntılık benzeri haberlerde hedef gösteriliyorlar. Diğer yandan Apaçi müziği adı altında birkaç şarkı var, her yerde bu melodiyle karşılaşabiliyorsunuz. Sosyal paylaşım ağlarında insanlar, teşhir ederek espri yapmaya teşne olduklarından Apaçilerle ilgili espriler uzunca bir süredir revaçta… Seksen yıl önce, otuzlu yılların argosunda Apaş (Apache) sözcüğü kullanılıyordu. Frankofon Babıali’nin haberlerine ve kimi tefrikalarına bakılırsa suç dünyasının genç ve tekinsiz erkeklerine Apaş deniyordu. Paris’te de benzer bir niteleme mevcut o günlerde, bu sebeple filmlerden romanlardan apartılarak Türkçe söylenen bir orta sınıf nitelemesi olduğunu tahmin etmek zor değil.

Emolar ve Ülkücüler
Bir kaç yıl önce saç kesimleri ve kıyafetleriyle Apaçileri andıran Emolarla karşılaşmıştık, düzgün konuşan genç erkekler yolumuza çıkarak bizden 1 TL istiyor, bunu da kibarca ve hiçbir hoyratlığa bulaşmadan yapıyorlardı. Medya, evden kaçan iki Emo kızı nedeniyle onlara ilgi göstermişti. Emo’lar, “emotion” vurgusu hasebiyle romantik, şiddete bulaşmayan, politik ilgileri olmayan orta alt sınıftan şehirli gençlerdi. Anime karakterlerini andırır biçimde yüzlerini yarı yarıya kapatan saçları vardı, içine kapanık duruyorlardı. Bu tür gençlik hareketleri çoğunlukla internetteki sosyal paylaşım mecralarından çıkıyorlar. Modelledikleri “Romantik Serserilik”, benliğin sunumu olarak daima rağbet görmüş bir long seller tasarım örneğidir. Hem ilgi bekleyen hem o ilgiden nefret ettiğini bağırarak söyleyen bir tepkiselliğe sahiptir. Hayatta olanları umursamadığını söyler ama başkalarının mutsuzluğundan da zevk alır ekseriyetle. Şöhret ve suç hevesi, hayatta ben de varım öfkesi, romantik serseri tasarımında hep varolagelmiştir. Emolar marjinal bir grup gibi durmakla birlikte özellikle tasarımlarıyla demeli, genç kuşakları ve daha alt sınıfları etkilediler.

Metropollerde Ülkücü gençler, on yıl önce jöleli yaşıtlarını adam yerine koymuyorlardı. Bugün kenar mahalle berberlerinde mutlaka jöle ile biçimlendirilmesi gereken moda saç kesimlerinin fotoğrafları asılıyor. Ülkücü olduğunu söyleyen üniversiteli öğrencilerin bu saçlarla sınıfta dolaştıklarını, düşük belli kot pantolon, zincir, boğazlı spor ya da Polat Alemdar ayakkabıları giydiklerini görebiliyorsunuz. Hitler’e sempati gösteren, Kürtleri sevmediğini belli eden, Yahudi kıyımına inanmayan jöleli, saçları yandan ve enseden fönlü, salaş giyimli gençlerden söz ediyorum. Hemen her şeye karşı duydukları nefret ve tiksinti hissi yüzünden bu türden şiddet imgelerini sahipleniyorlar diyebilir miyiz, ben hâlâ emin değilim… Ebeveynleri, hocaları ya da okulunda karşılaştığı herkes tarafından utandırılan birini, cinsel huzursuzluk, kötü öğrencilik, yaşıtları tarafından küçümsenme gibi bağlamlarla birlikte düşünürsek kapıldığı kör şiddeti ve o şiddetin tezahürü olan karakter sunumunu anlayabiliriz belki…

Kenar Mahallede Büyümek
Ankaralılar bilir, Ulus şehrin ilk merkeziydi. Sonraları Yenişehir’de kurulan Kızılay bir başka merkeze dönüştü. Hatta aradaki Sıhhiye Köprüsünün Ankara’nın aşağısı ile yukarısını ayıran bir sınır olduğunu söylenirdi. Alışveriş merkezlerin olmadığı bir hayatta herkes heryerden alışveriş yapmazdı. Yukarıda hayat pahalıydı, Ulus’ta kelepirdi. Kızılay parfüm Ulus ter kokuyordu… Hepsi değişti bunların şimdi ama hayat dualizmleri hep sevmiştir, tasnif eder, mimler… Örneğin benim büyüdüğüm yerlerde Çankaya ya da Tunalı bebesi demek bir aşağılamaydı. Biz harbi çocuklardık, sokaktan geliyorduk, samimiydik, delikanlıydık… Keçiören’de büyümem, Ulus’ta çalışmam yüzünden üniversitede birlikte okuduğum Yukarı Ankaralı pek çok yaşıtımın az ya da çok benden çekindiğini hissetmişimdir. TED’li bir arkadaşım bir hempasını şöyle uyarmıştı: “Fakir sümüğüdür bunlar, bir yapıştı mı bırakmazlar. En baştan bulaşmayacaksın”. Birlikte büyüdüğüm insanlardan söz ediyordu, şaşırmıştım. İnsan nasıl görünüp anlaşıldığını ancak o auranın dışına çıktığında, belli mukayeseler yapabilecek bir görgüye sahip olduğunda fark ediyor. Tunalı bebelerinin de Keçiören’den, Aşağı Ankara’dan çıktığını sonradan ayırdebildim. Sınıf atlama arzusu, ben de varım diyebilme telaşı ya da kurtulmak olabilir, Keçiören’den Tunalı’ya çıkıyor, kaldırımda breakdance yapıyorlardı… Bazıları çok geçmeden mahalleye geri dönüp o delikanlı kimliğine ricat ettiler, askerlik girdi araya, çalışmak zorunda kaldılar, o ayrıksı kıyafetleri ve yaşam tarzları ehlileşerek anaakıma dâhil oldu. Onların yerlerini yeni ve daha önce olmayan ama seleflerini andıran gençlik tepkileri aldı.

Geçtiğimiz günlerde Ulus’ta yürürken arkamda amna koyum nidalarıyla konuşan bir kaç genç belirdi, caddedeki bir yol tartışmasına atıfta bulunarak biri “La kavga var dalak mı” diyordu. Kenara çekilip yüzlerini görmek arzusuyla gençlere yol verdim. Apaçilerdi… Üstleri başları gerçekten perişan, yeni göçmen ailelerin ortaanadolulu çocukları… Bir ikisinde üç hilalli zincirler, kolyeler gördüm… Mukayese etmek için söylüyorum: alın bunları Kırşehir’e götürün, hepsi orada sudan çıkmış balığa döner, birer şeerli züppe, zibidi olur çıkarlar…Üç hilal filan dinlemez çevredekiler. Apaçiler, bugün için metropoller dışında varolamazlar.

Toplumlar suçluları olsun isterler, sonra onları kurtarma gösterisine girerler, bunu anlıyorum… Burada suçu tanımlayan, suçluyu belirleyen ve sonra da onu kurtarmaya yeltenen iştaha dikkat etmek gerekiyor. “La kavga var dalak mı” diyerek bu gençlerin de üstüne gidilmiyor mu acaba? Anlaşılan o ki Apaçiler, metropol hayatının, toplumun ve medyanın tiksindiği, küçümsediği, güldüğü, uzak durduğu ama gözetlemek istediği yeni oyuncakları oldular. Bir süreliğine sofrada meze olacaklar.

Birgün Pazar, 9.1.2011

5 yorum:

  1. Ya hocam ona PC buna PC. Olamam!

    YanıtlaSil
  2. sevdim.aslında erken kaybedenler için teşekkür edecektim levent abi sana yazıyıda okumuş bulundum.öyle işte...hayat güzel bazan...vapurlar martılar falan...

    YanıtlaSil
  3. sevdim.aslında erken kaybedenler için teşekkür edecektim sana levent abi yazıyıda okumuş bulundum.ama sevdim(tekrar) öyle işte..saatdörtolmuşhayatgüzelbazanvapurlarmartılarfalan

    YanıtlaSil
  4. Eyvallah, çok teşekkür ederim...

    YanıtlaSil