Faruk Geç, bugün hatırlanmamakla birlikte gazetelerimizin en önemli çizgicilerinden biriydi. Kısa bir süre önce kendi çalışmalarını yayınlamak üzere yayıncılığa girişmiş. 1985 yılında Güneş gazetesinde tefrika edilen Kumar-Uludağ’da Bir Gece adlı çalışmasını da ilk albüm olarak yayınlamış. Geç’in gazetelerde mesleğe başladığı ellili yıllarda, baskı teknolojilerinin yetersizliği nedeniyle pek fotoğraf kullanıl(a)mıyordu. Çizerler, fotoğraf yerine ikame edilen vinyet ve ilüstrasyonlarla gazetelerin görselliğini inşa ediyorlardı. Geç, ellili yıllarda İtalyan foto romanlarını çizgi olarak kopyalayarak ve uyarlayarak başladı çizerliğe. 1955-90 yılları arasında neredeyse her gün özellikle kadın okurlara hitap eden melodram çizgi romanları çizdi. 1967 yılından itibaren Hürriyet’te Gerçek Hayat Hikâyeleri üst başlığıyla sunduğu çizgi roman dizisi, yıllarca gazeteye tiraj getirdiğine inanılan, ilgi gören bir tefrika köşesi oldu. Gazeteler, Faruk Geç tarzında çizerler, benzer nitelikte hikâyeler anlatacak sanatçılar aradılar. Doksanlı yıllara kadar gazete tefrikaları, gündelik hayatın ilgi gören bir parçasıydı. Faruk Geç de bu tefrika döneminin long-seller yıldızlarındandı. Gerçi kimi meslektaşları kadar konuşkan değildi, bu uzun çalışma yılları içinde iki ya da üç kez röportaj verdi. Sadece işiyle ilgilendiği, fasılasız çizgi roman çizmekle geçen otuz beş yıldan söz ediyoruz, dile kolay.
Gazete çizgi romanları, genel eğilimin aksine yetişkin beğenilerine göre hazırlanırlar. Kadın okurlara yönelik çizgi romanlar da bu sebeple ve ahir ekseriyetle gazetelerde yayınlanır. Geç, kendi ifadesiyle gazetenin kadın okurları için çizdi yıllarca veya asıl okuyucusunun onlar olduğunu düşündü hep. Doksanlı yılların hemen başında artık çizgi roman üretmediği günlerde kendisiyle uzun bir röportaj yapmıştım. Yaptığı işi eczacılığa benzetiyor, kadınlar için hap hazırladığını söylüyordu. (Hap metaforu, genelde popüler kültür özelde soap operalar için mevcut anlatı içeriklerinin tektip ve manipülatif (aldatımcı) olduğunu vurgulamak adına kullanılır). Geç, hap derken belirgin bir bıkkınlıkla konuşuyor, kendine ve yaptığı işe karşı zekâ ve küçümseme içeren bir mesafe koyuyordu. ‘Sanat değil yaptığım’ ya da ‘şu ana dek güzel bir şey yazmadım’ diyen günümüzün dizi senaristlerine benzetilebilir tavrı. Doğrusu, yeni bir şey söylemeyen, popüler olan klişeleri biteviye tekrarlayan bir üretici olduğu fikrine pek katılmıyorum.
Melodramatik hikâyeler mutluluk dengesinin bozulup-düzeldiği bir mecrada gelişir. Oysa Geç, sanki ‘mutlu aşk yoktur’ düşüncesiyle hikâyelerini kurardı. Karakter dönüşümleri genellikle olumsuza doğru bir seyir gösterirdi. ‘Her mutlu evlilik bozulur ve her zenginlik tükenir’di. Şehirli, orta sınıftan erkekleri ve kadınları vardı. Önce bir masumluk dizgesi anlatırdı bize, çoğunlukla geçmişte yaşanmış, güzel günlerdi bunlar. Sonra her şey bozulur; bir kadın, haset, iftira, beklenmedik miras, eski sevgili vs. değiştiriverirdi o güzel hayatı. Asıl hikâye de o dengenin bozulmasıyla başlardı. Geç bu bakımdan tipik bir ‘hap’ hikâyecisi değildi veya eskilerin deyişiyle Yeşilçam mantığına dayandırmazdı anlatılarını. Mutlu son takıntısı olmamıştı örneğin. Başlayıp biten, her defasında yenilenen hikâyeler anlattığı için muktedir kahramanlara ihtiyaç duymamış veya okur baskısıyla mutluluğa (örneğin evlendirilmeye) zorlanan tiplemeleri de olmamıştı. ‘Gerçek Hayat’ ibaresi onu üçüncü sayfa haberlerini anımsatmaya, ekonomik sıkıntıların farkında olmaya zorluyordu muhtemelen. Tutarsız erkekler, huzursuz kadınlar ve sıkıntılı ilişkileri sevdi demek gerekiyor belki de.
Çizer, çizerin kurdudur; üreticiler birbirlerini eleştirmeyi severler. Faruk Geç, gazetelerde rağbet bulsa da, çizgi roman dünyamızda yıldız muamelesi görmedi. Hep aynı oyuncularla çalışan bir trup yönetmeni sayılır, tiplemelerinin fiziksel görünümlerini değiştirmemesi, onları çeşitlendirmemesi eleştirilirdi. Sahne seçimlerinin yeknesaklığı, kare içindeki kamera-gözün mesafesinin değişmezliği konuşulurdu. Oysa bu kare istifi, yakınlık-uzaklık mesafeleri Faruk Geç’e değil melodramatik çizgi romanlara özgüdür. Geç, bu kıstasları azaltıp çoğaltmıyor, aksine hikâyeye yoğunlaşıp görselliği yerel ve otantik manzaralarla pekiştirmeye çalışıyordu. Hemen her soap opera anlatısı yakın plan çizimler tercih eder; gözyaşının ya da kahırlanmanın eşiğinde duran insanların ifade ve jestlerini göstermek türün olmazsa olmazlarındandır. Bilemiyorum, belki de erkek kahramanların erkek yaratıcıları, küçümsüyordu Geç’in ‘kadınsı’ anlatılarını.
Faruk Geç asıl farklılığını hikâyelerinde göstermek istedi diye düşünüyorum. Yarım asır hiç aksatmadan titizlikle, bence milim sapmadan, ortalamasının hiçbir biçimde altına düşmeden üretti. Bunca sene gösterilen titizlik ve emek göz ardı edilemeyecek bir nitelikte, hatırlamak gerekiyor. Kaldı ki üretimleri, o önemsemese bile incelenmesi gereken bir içeriğe sahip. Yerli çizgi romanda onun kadar mutsuzluk anlatan bir başka isim olmadı örneğin. Daha da fazlasını iddia edeceğim, memleketin popüler kültüründe hiç kimse, bu kadar sene ve biteviye, böylesi koyu gri hikâyeler anlatmadı. Umarım Faruk Geç, çalışmalarını yayınlamaktan vazgeçmez de gazete sayfalarında kaybolmuş o bedbin ve kederli gerçek hayat hikâyeleri gün yüzüne çıkar…
Radikal Kitap, 20.11.2010
Gazete çizgi romanları, genel eğilimin aksine yetişkin beğenilerine göre hazırlanırlar. Kadın okurlara yönelik çizgi romanlar da bu sebeple ve ahir ekseriyetle gazetelerde yayınlanır. Geç, kendi ifadesiyle gazetenin kadın okurları için çizdi yıllarca veya asıl okuyucusunun onlar olduğunu düşündü hep. Doksanlı yılların hemen başında artık çizgi roman üretmediği günlerde kendisiyle uzun bir röportaj yapmıştım. Yaptığı işi eczacılığa benzetiyor, kadınlar için hap hazırladığını söylüyordu. (Hap metaforu, genelde popüler kültür özelde soap operalar için mevcut anlatı içeriklerinin tektip ve manipülatif (aldatımcı) olduğunu vurgulamak adına kullanılır). Geç, hap derken belirgin bir bıkkınlıkla konuşuyor, kendine ve yaptığı işe karşı zekâ ve küçümseme içeren bir mesafe koyuyordu. ‘Sanat değil yaptığım’ ya da ‘şu ana dek güzel bir şey yazmadım’ diyen günümüzün dizi senaristlerine benzetilebilir tavrı. Doğrusu, yeni bir şey söylemeyen, popüler olan klişeleri biteviye tekrarlayan bir üretici olduğu fikrine pek katılmıyorum.
Melodramatik hikâyeler mutluluk dengesinin bozulup-düzeldiği bir mecrada gelişir. Oysa Geç, sanki ‘mutlu aşk yoktur’ düşüncesiyle hikâyelerini kurardı. Karakter dönüşümleri genellikle olumsuza doğru bir seyir gösterirdi. ‘Her mutlu evlilik bozulur ve her zenginlik tükenir’di. Şehirli, orta sınıftan erkekleri ve kadınları vardı. Önce bir masumluk dizgesi anlatırdı bize, çoğunlukla geçmişte yaşanmış, güzel günlerdi bunlar. Sonra her şey bozulur; bir kadın, haset, iftira, beklenmedik miras, eski sevgili vs. değiştiriverirdi o güzel hayatı. Asıl hikâye de o dengenin bozulmasıyla başlardı. Geç bu bakımdan tipik bir ‘hap’ hikâyecisi değildi veya eskilerin deyişiyle Yeşilçam mantığına dayandırmazdı anlatılarını. Mutlu son takıntısı olmamıştı örneğin. Başlayıp biten, her defasında yenilenen hikâyeler anlattığı için muktedir kahramanlara ihtiyaç duymamış veya okur baskısıyla mutluluğa (örneğin evlendirilmeye) zorlanan tiplemeleri de olmamıştı. ‘Gerçek Hayat’ ibaresi onu üçüncü sayfa haberlerini anımsatmaya, ekonomik sıkıntıların farkında olmaya zorluyordu muhtemelen. Tutarsız erkekler, huzursuz kadınlar ve sıkıntılı ilişkileri sevdi demek gerekiyor belki de.
Çizer, çizerin kurdudur; üreticiler birbirlerini eleştirmeyi severler. Faruk Geç, gazetelerde rağbet bulsa da, çizgi roman dünyamızda yıldız muamelesi görmedi. Hep aynı oyuncularla çalışan bir trup yönetmeni sayılır, tiplemelerinin fiziksel görünümlerini değiştirmemesi, onları çeşitlendirmemesi eleştirilirdi. Sahne seçimlerinin yeknesaklığı, kare içindeki kamera-gözün mesafesinin değişmezliği konuşulurdu. Oysa bu kare istifi, yakınlık-uzaklık mesafeleri Faruk Geç’e değil melodramatik çizgi romanlara özgüdür. Geç, bu kıstasları azaltıp çoğaltmıyor, aksine hikâyeye yoğunlaşıp görselliği yerel ve otantik manzaralarla pekiştirmeye çalışıyordu. Hemen her soap opera anlatısı yakın plan çizimler tercih eder; gözyaşının ya da kahırlanmanın eşiğinde duran insanların ifade ve jestlerini göstermek türün olmazsa olmazlarındandır. Bilemiyorum, belki de erkek kahramanların erkek yaratıcıları, küçümsüyordu Geç’in ‘kadınsı’ anlatılarını.
Faruk Geç asıl farklılığını hikâyelerinde göstermek istedi diye düşünüyorum. Yarım asır hiç aksatmadan titizlikle, bence milim sapmadan, ortalamasının hiçbir biçimde altına düşmeden üretti. Bunca sene gösterilen titizlik ve emek göz ardı edilemeyecek bir nitelikte, hatırlamak gerekiyor. Kaldı ki üretimleri, o önemsemese bile incelenmesi gereken bir içeriğe sahip. Yerli çizgi romanda onun kadar mutsuzluk anlatan bir başka isim olmadı örneğin. Daha da fazlasını iddia edeceğim, memleketin popüler kültüründe hiç kimse, bu kadar sene ve biteviye, böylesi koyu gri hikâyeler anlatmadı. Umarım Faruk Geç, çalışmalarını yayınlamaktan vazgeçmez de gazete sayfalarında kaybolmuş o bedbin ve kederli gerçek hayat hikâyeleri gün yüzüne çıkar…
Radikal Kitap, 20.11.2010
Tvlerin dizilerin olmadigi yillarda Faruk Gec'in resimleyip yazdigi romanlari tarihin unutulmazidir.Az roportaj verse de herkesin tanidigi,takip ettigi ve gazete patronlarinin pesinden kostugu bir isimdi..Ozellikle simdilerde yasi 50'yi-60'i gecmis hanimlardan onu tanimayan yok gibiydi..
YanıtlaSil