Pazartesi, Eylül 20, 2010

Cevapsız Soru: Diziler Neden Seviliyor?

Diziler çok seyrediliyor, global ölçekli bakıldığında hemen her kültürde geçmişe kıyasla çok seyrediliyor. Bizim farkımız ille de yerli dizi dememiz… Herhangi bir yabancı dizi televizyonun prime time denilen en çok para getiren saatlerinde yer bulamıyor artık. Eskiden öyle değildi, seksenli yılların sonundan itibaren altı yedi yıl Güney Amerika dizilerini seyretmiştik, tartışmıştık. Artık esamileri okunmuyor. Sadece yabancı diziler değil, sinema kuşağı, yarışma programları, belgeseller, tartışma programları, futbol maçları vs akla gelen istisnasız her şey yerli dizilere rakip olamıyor. Üstelik kanal yönetimleri için bunlardan birine yer veriyor olmak açık bir mağlubiyet karinesi anlamına geliyor. Öyle ki Pazar gününe, tam da futbol programlarının başladığı saate, abartmıyorum dizi koymayı düşünür oldu kanallar… Kanalların akşam programlarını rakiplerin tutan dizilerine göre belirlemelerine, ilgi görmeyen dizileri yenisini koymak üzere kaldırmalarına, dizilerle ilgili özel magazin haberleri hazırlamalarına hepimiz aşinayız. Maddi getirisi belirsiz olmakla birlikte dizilerin dışarıya satıldığından haberdarız. Çevre ülkelerin download sitelerinde Türk dizilerinin rağbet gördüğünü, alt yazılarının farklı dillere çevrildiğini, forumlarında tartışmaların yaşandığını, güzel kadın ve erkek oyunculardan bahsedildiğini biliyoruz.

Peki, ama niye? Nasıl oluyor da yerli diziler bu denli ilgi görebiliyor? ‘Moda işte, neler geçmedi, dizi modası da geçer efenim’ demek mümkün. “İyi hikâyeler anlatıyorlar” diye övenler, “ortalama zekâya hitap ediyorlar, bildiğin mediocrity” vs diye eleştirenler de var… Ne dersek diyelim seviliyor, beğeniliyor, konuşuluyor, takip ediliyor sonuçta. Nicholas Garnham, popüler kültürü tartıştığı bir yazısında, geçmişte “biz buna kaçış derdik ve o sofu, püriten sosyalist günlerde bu kötü bir şeydi” diyerek özetlemiş kendince durumu. İnsanlar, dizileri gerçek hayatın acımasız koşullarından kaçabilme imkânı sağladığı için mi seviyor? Yapımcılara sorarsanız insanların geneli akşam işten eve gelip koltuğuna kurulduğunda kendisini rahatlatacak, stresten arındıracak bir şeyler seyretmek istiyor. O halde diziler kaçış formülüyle üretiliyorlar, seyreden de ne istediğini bilerek bunları tüketiyor. İşin ilk kısmını tartışmak gerek ama pek tartışılmıyor, ne diyoruz: “kapitalist dünyada televizyon şirketleri meta üreten ve dağıtan endüstriyel organizasyonlardır”, “Televizyon, diziler bağlamında hikâye ya da ‘enformasyon’ değil; doğrudan doğruya ideoloji üretir”, “Beklentileri belirler ve belirlediği beklentilere göre üretim yapar”. Sözün bittiği yer burası işte, çünkü bu belirleme, ne istediğini bilerek tüketen seyirci profilini bütünüyle imkânsızlaştırıyor. Kapitalizm her şeyi belirliyor buna göre. Dizilerin içeriğini konuşmak ya da ne anlattığını tartışmak gereksizleşiyor, çünkü bir dizi, anlam-hikâye ya da malumat değil sadece ideoloji içeriyor.

Yanlış demiyorum ama bu bana oldukça toptancı geliyor, işin üretim kısmını bakarsak belki meramımı bir parça daha anlatabilirim. Diziler, tv anlatılarının varolduğu kültürel koşullardan ayrı düşünerek üretilemezler. Ahlak ve eğitim sisteminin payandaları, milliyetçilik, anadil kullanımı içeriği daha en baştan belirler. Yani dizilerin dâhil edildikleri ekonomik arkaplan (globalleşme, yoğunlaşma, şirketlerin siyasal iktidarla ilişkisi) bu unsurlardan bağımsız değildir. Reklam gelirleri, dizileri vareden temel bir baskı aracı olabilir ama bu reklamverenlerin kültürel kodları hesap etmeden reklam verdiklerini göstermez. Dikkat edilirse içeriği sebebiyle eleştirilen dizilere yönelik kampanyalarda ilk akla gelen önlem, reklamverenler üzerinde baskı kurmak olmuştu. Geçmişte İtalyan ve Fransız mallarına yapılan milli boykot, çok farklı değildi bundan. Reklamverenleri politically correct davranmaya zorlayan bir kültür siyaseti var artık, bize hiç garip gelmiyor, alıştık. Politically correct tutumun bir nedeni, entelektüel anlamda mesaj ve hikâye üretimini gerçekleştiren ideologların üzerlerindeki baskıya verdikleri tepki olabilir. Her baskı bir direniş getirir. Medya sahipleri, ideolojik içeriği değil o içeriği belirleyen şirket çalışanlarını kontrol ederler. Aklı başında, entelektüel eğilimleri olan medya çalışanlarının etik kodların belirlenmesinde etken olduklarını biliyoruz. Bir diziyi içerik olarak ideolojiye indirgemek, meseleyi konuşulamaz kılıyor bana göre. Dizi üretiminde önemli olan çok başka etkenler var. İyi yönetmenler ve iyi senaristlerin varlığını göz ardı etmek, her şeyi medya patronunun istediği biçimde ürettiklerini düşünmek sadece haksızlık değil yanlış da olur. Bir hikaye anlatıldığını unutmamak gerek. Üretim kısmında çok fazla aktör var ve içerikler, değişmez bir düzlemde değil, toplumsal beklentilere göre sürekli değişerek yeniden ve yeniden biçimleniyor. Popüler kalabilmenin bir şartı bu… Buradan dizileri abarttığım düşünülmesin, aksine diziler küçümsenirken ideolojiye indirgenerek abartılıyor bana göre. İnsanların bu dizileri nasıl seyrettiği hiç hesap edilmiyor. Şöyle bir örnek vereyim. Sakarya Fırat dizisi, Güneydoğu ve Doğu’da seyrediliyor olabilir mi? Ondan geçtim, bölgedeki karargâhlarda seyrediliyor olabilir mi?

Raymond Williams, popüler kültürü, direniş ekseninde politik bir kültür olarak tanımlar. Kamusal alan içinde göz ardı edilen sayısız pratiği (argo, gündelik dil, giyim kuşam vb.) kapsadığını ve hemen hepsinin öyle ya da böyle televizyon gibi anaakım mecralara sızdığını belirtir. Asıl vurgusu, sızma ve dâhil olma, direnme ve tabi kılma olarak özetlenebilecek bir çatışma üzerinedir. Popüler kültür tam da bu çatışmanın bir ürünüdür. Michel de Certeau, popülerlik bahsinde başka bir yöne daha dikkat çeker; kültür endüstrisi aracılığıyla massedilen popüler kültür sanılanın aksine ehlileşmez, direnme potansiyelini bu kez sistem içi aygıtlardan elde etmeye başlar. de Certeau, direnme potansiyelinin en çok gündelik hayatta kendini gösterdiğini iddia ediyor ki dizilerin nasıl tüketildiğini bilmiyoruz derken o bilinmezliğe bakmak için bir sebep daha çıkartıyor bize. Popüler kültürün, dizilerin, olumlu ya da olumsuz anlamda, kültürel alanda sistemi dönüştürme, onu bütünüyle dönüştürme potansiyeli yoktur. Bir potansiyeli varsa –ki yok diyemeyiz- bu ancak mikro düzeyde ve gündelik hayat politikalarıyla oluşabilir, işlerlik kazanabilir. Popüler metinler, belli bir ideolojinin yeniden üretilmesi ya da bu ideolojinin yokedilmesi gibi bir amaçla kullanılamaz; bu tür iddialar güçlü bir biçimde varlığını koruyor ama hiç kimse popüler metinlerin nasıl izlendiğini (alımlandığını) sorgulamıyor. Diziler ve içerikleri, alımlayanların kültürel ortamlarında ve gündelik hayat pratikleri içinde anlam kazandığı için, popüler kültürü gündelik hayat pratiklerinden ayırmak mümkün değildir. Diziler neden çok seviliyor sorusunun bir cevabı yok, elde yeterli veri de yok ayrıca. Onların bu denli sevilmesine oflayıp puflamaktansa neden sevildiklerini düşünmek, makro verilerden çok daha az bilinenlere, izleyicilere yönelmek anlamlı geliyor bana. Popüler kültürü tartışmak, memleketi anlamanın yollarından biri… Hayatta ne varsa, ne yoksa… Popüler kültür ne anlatıyor bir bakmak gerek…

Birgün Pazar, 19.9.2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder