Pazartesi, Kasım 09, 2009

Vicdan Aklın Nabzıdır...


Ergün Gündüz, neredeyse bir yıl önce kendisiyle yapılan röportajda Serüven’e yönelik eleştirilerde bulundu (Strip, Ağustos 2005). Benzer sözleri başta Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen etkinliklerde tekrarlayan Ergün Gündüz’ün eleştirilerini aynen aktarıyoruz:

“Çizgi roman yayını olmadan, gelişimi sağlayacak ortam doğmaz... Şimdi, çizgi roman araştırması yayını çıkıyor bir yayınevinden, Flash Gordon'un elli yıllık geçmişini sadece yazı olarak, resimsiz basıyor. Çizgi romanla ilgili bilgiler veriyor... Tamam, bunların çıkması iyi güzel de, İNTERNETTEN DE ARASAN BULURSUN. Birçok resimli roman dergisi çıkmalı bu ülkede ki, ondan sonra sen işin analizini yapan kitapları bas. YAZIK DİYORUM YANİ, BU KADAR KÂĞIT HARCANIYORSA BARİ BİR ÇİZGİ ROMAN DERGİSİ İÇİN OLSUN BU. BENİM ELEŞTİRİM OLMUŞTU ONLARA, TERS ALGILIYORLAR VE BOZULUYORLAR BELKİ AMA DURUM BU. Daha topu topu dört tane Akrebin Gölgesi var, BEN denemişim... Bir tane Rr yapmışız, yine BENİM olduğum... Resimli Roman'da da, Joker'de de BEN varım. İÇİNDE YAYINCI VEYA BAŞKA SIFATLA BULUNDUĞUM 7 DERGİ VAR... Onların dışında son zamanlarda Arka Bahçe'nin yayını oldu, şimdi de Strip var Allahtan! Bunlar dışında bir şey de yok, BİZİMKİLERDEN BAŞKA DERGİ DE ÇIKMAMIŞ Kİ... Çeviriler hariç tabii... YEDİSİNDE YA SAHİP OLMUŞUM YA ÇALIŞMIŞIM, BUNLARIN ANALİZİ YAPILMALI ORADA AMA BİR TANE BİLGİ ALINMIYOR BENDEN. AMA FLASH GORDON FALAN VAR... Bu, şuna geliyor: Yazan kişi neyden hoşlanıyorsa veya elinde ne bilgi varsa, onu koyuyor. Yapılmasın demiyorum ama, öncelikle daha çok çizgi roman dergisi olmalı. İtalya'da böyle yayınlar çıkıyor, çünkü onların hep bir sürü dergisi olmuş. Bizde ise zor olan, asıl yapılması gereken atlanıyor. Bana “sınıf atlama” çabası gibi geliyor bu: HANİ OLUR YA, İYİ PARA KAZANDIN, İSTANBUL'A GELDİN BİRDEN, EN İYİ YERE YERLEŞİYORSUN, HEMEN TENİS ÖĞRENMEYE GİDİYORSUN. ÇÜNKÜ TENİS OYNANIYOR BURADA... ÖNCE DİĞER ŞEYLERİ YAP Kİ, TENİSİ DE DÜZGÜN ALGILA, DAHA DOĞRU OLACAKTIR O... Yani, öncelikle çok sayıda yayın olması gerek ki, çizgi romancı kendini göstersin”. (...)

Kişisel olarak çizer narsizmi ve “Abilik sendromu” ile ilgili epey bir tecrübeye sahip olduğumu düşünüyorum. Ergün Gündüz’ün hem Serüven’i küçümseyip hem de kendisine danışılmadığından yakınması bana tanıdık geliyor. Bu kadar çok “ben” denmesi de boşuna değil. Ayrıca Gündüz’ün benzer ifadelerini 15 yıl öncesinden şahsen biliyorum. Rr (Resimli Roman, 1991) dergisi için çizgi roman tarihi ile ilgili yazı yazmamı önerdiklerinde Gündüz benzer bir iddiada bulunmuş ve “Orada [Fransa’da] çizgi romanlarda trafik kazaları gibi bir yazı yazabiliyorlar, burada bunun yazılabilmesi için bizim daha çok çizgi roman üretmemiz gerekiyor, buna daha çok vakit var” örneğini vermişti. Güçlü bir narsist, işveren ve bir “abi” olarak karşımda duran Ergün Gündüz’e bu tür yazıların yazılabileceğini söylemiştim. Bir üniversite öğrencisiydim, iddiamın ciddiye alınmadığının da farkındaydım. Herneyse, beşeri münasebetlerim, yaptığı işlere verdiğim gönülden destek ve yazma iştahım nedeniyle olmalı Ergün Gündüz bana Joker’de de yazı yazdırdı. Yine ayrıca Joker kapandıktan sonra biri Interpress’e diğeri bana adını söylemediği bir başka yayınevine “nasıl bir çizgi roman dergisi” yayınlanırsa başarılı olur türünden “rapor mahiyetli” iki ayrı yazı hazırlattı. [Meseleyle olan ilişkimi açıklar mı bilmiyorum ama bu yazıların hiç birinden tek bir kuruş telif almadım, hatta o rapor mahiyetli yazıların nasıl kullanıldıklarını dahi bilmiyorum, sormadım da...] Belirtme gereği duyuyorum: O günlerden bu yana kendisiyle ne konuştum, ne de karşılaştım.

Türkiye’de çizgi işiyle uğraşan insanların büyük (gerçekten çok büyük) çoğunluğu okuryazar değildir. Edebiyatla-okumayla herhangi bir ilişkileri yoktur, hiç biri de bunu gizlemez, açıkça söylerler. Görselliğe olan yatkınlıklarının okuma kültürüyle ilişkilerini ister istemez sınırladığı iddiasına bel bağlarlar. Şöyle diyebilirim: Çalıştıkları mizah dergilerinde çıkan yazıları bile hiç okumamış sayısız çizer vardır. Altını çizelim: Bir alandaki üreticilerin entelektüel eğilimlerinin sınırlılığı o alanın toplumda nasıl algılandığını gösterir. Yaralayıcı olduğunu düşündüğüm bir soruyla devam edelim: Türkiye’de çizerler hakkında inceleme yazısı yazılmaması garip değil mi? Çizerler genellikle röportaj verirler, yaptıkları işleri, geçmişlerini ve hayat karşı duruşlarını hep kendileri açıklamak/anlatmak durumundadırlar. Çünkü sadece röportaj yapanlar değil, o röportajların yayınlandığı yayın mecralarının yöneticileri de bilmez o çizerlerin ne(ler) yaptığını. Örneğin Ergün Gündüz hakkında herhangi bir sanat dergisinde herhangi bir inceleme yapılmamış olması tuhaf değil mi? Bu durum sadece Ergün Gündüz’e özgü olmadığı için tuhaf değil elbet.

Röportaj yapan kişinin alanla, röportaj yaptığı kişinin çalışmalarıyla ilgili bir birikimi olması gerekir. Aksi halde röportaj, röportajı yapılan kişinin kontrolüne geçer; kendini methettiği, yaşananları tahrif ederek aktardığı yanlış bir yola girebilir. Ben de yıllarca çizerlerle röportajlar yaptım; her söyleneni tekrar kontrol etmem gerektiğini ise zamanla öğrendim. Örneğin Suat Yalaz’a TRT’de gösterilen Karaoğlan filmlerini sormuştum, anlatırken birden İsmail Cem de çok sever Karaoğlan’ı dedi. İsmail Cem, TRT Genel Müdürlüğü yapmıştır ama Karaoğlan filmleri onun döneminde değil Milliyetçi-muhafazakâr Şaban Karataş’ın müdürlüğü sırasında gösterilmiştir. Bu ayrıntıyı bilmiyorsanız filmlerin İsmail Cem zamanında yayınlandığını sanabilirsiniz. Bir başka örnek Ergün Gündüz’ün Strip’le yaptığı röportajdan. Gündüz, Fransız Kültür’ün Türkiye’de incelemeler yaptığını, mizah dergilerindeki işleri değil de kendi çalışmalarını beğenerek seçtiklerini, Fransa’ya davet edildiğini anlatıyor. Gündüz, mizah dergilerindeki üretimler ile kendi çalışmaları arasında yapılmış tercihi önemle vurguluyor. Oysa biliyoruz ki ertesi yıl aynı Fransız Kültür, LeMan ekibiyle de bir işbirliği yaptı. Daha sonraki yıl benimle irtibat kurdular ve Lombak-Penguen dergisi çizerleriyle ortak bir etkinlik gerçekleştirildi. Kaldı ki Ergün Gündüz, Fransa’ya tek başına değil başka Türk karikatüristlerle birlikte gitti. Anlamak ve anlamlandırmak adına anlatıcının aktardıklarıyla sınırlı kalınırsa kolaylıkla yanlışa düşülebiliyor. Yanlışa düşmekten ise ancak alanı sürekli izleyerek kurtulabiliyorsunuz. Örneğin Gündüz kendini ve çalıştığı dergileri (7 dergi) milad alarak bir tarih yazıyor, “ondan önce ne vardı ki?” ya da “onlardan başka ne var ki?” türü iddialarda bulunuyor ve bunu söz konusu röportajda ilk kez söylemiyor. Bu tür romantik ifadeleri herkes kendine göre söyleyebilir, kendisini ya da çıkarttığı dergiyi bir başlangıç noktası olarak alabilir ama gerçekte bunun bir anlamı yoktur.

Serüvenciler olarak sevmediğimiz üreticileri yok saymak, onların çalışmalarıyla ilgilenmemek gibi tercihlerde bulunmuyoruz. Bu sebeple çizerleri, koleksiyoncuları, meraklıları oldukça şanslı sayıyoruz. Serüven’in başlangıcından beri çizgi romanı oldukça geniş bir çerçevede ele almaya ve herkese eşit mesafede kalarak “anlatmaya” çabalıyorsak eğer bu alana hâkim olan anti-entelektüelist tavra, “benci” iddialara karşı duyduğumuz hoşnutsuzluk nedeniyledir. İnsanlar okur-yazar olmayabilirler ama en azından birbirlerine ve emeğe karşı nezaket göstermeliler. Ergün Gündüz’ün çeşitli yerlerde yinelediği görüşlerini polemik yapmak için değil ne yapmaya çalıştığımızı anlatabilmek için kullandık. Polemik yapıyor olsaydık: Serüven’in her sayısının Ergün Gündüz’ün son dönem yaptığı her dergiden daha çok satıyor olmasının nedenini kendisine sormak isterdik. Ama biliyoruz ki nezaketsiz olduğu kadar gereksiz de bir soru olurdu, çünkü biz ticari olarak başarısız olmuş dergilerle ya da kötü anlatılmış hikâyelerle ilgilenmiyor değiliz.

[Yeni Serüven 2 (8) için yazılmış bir önsöz, 2006 tarihli. Kapak resmi Mahmud A.Asrar'a ait...]

1 yorum:

  1. Ergün Gündüz hiç durmadan "ben" demiş eleştirisinde. Ben yaptım, ben dergi çıkardım, ben çizgiroman çizdim, ben renk attım, ben şöyleyim, ben böyleyim.
    "Ben"im bildiğim Ergün Gündüz şudur; espri bulacak kadar zekası olmadığı için önce Galip'in, sonra Hasan'ın esprilerini çizen, onlar bırakınca da dergideki çocuklardan espri alarak köşesini çizen, sadece iyi çizgi çizen bir adam.
    İyi çizebilmek bir marifet midir peki? Yeni bir Pygmalion deneyi yapalım. Sokakta önümüze çıkan ilk adamın ensesine yapışalım ve bir yıl sıkı bir çizgi eğitimi verelim. Bir yılın sonunda gayet iyi çizebildiğini göreceksiniz.
    Hal böyleyken Ergün Gündüz niye bu kadar "ben, ben" diye dolaşıyor. Anlamak mümkün değil.
    Kabahat biraz da sizde ama insan hiç mi bu tanrısal yeteneği olan bu devasa insanla röportaj yapmaz.
    Ken Parker

    YanıtlaSil