Cumartesi, Nisan 22, 2006

Teorinin Cangılında Habermas’ın Yediveren Bereketi

Habermas, Jürgen (1997). Kamusallığın Yapısal Dönüşümü. Çev. Tanıl Bora – Mithat Sancar. İstanbul: İletişim Yayınları.

Doksanlı yılların ikinci yarısından itibaren entelektüel çevrelerde sıkça kullanılan kavramlardan birisi “kamusal alan”. Farklı düşüncelerin “kamusal alana çıkması, temsiliyet kazanması, kendini ifade imkânı bulması” üzerine kurulu argümanlar ise Radikal, Yeni Yüzyıl gibi “şık” gazetelerin okuyucuları ve hatta kimi özellikli televizyon programlarının izleyicileri için hiç de yabancı değil. Bu tartışmalara İngilizceye çevrildiği 1989 tarihinden itibaren memleket jargonuna – akademya’ya dâhil olarak kaynaklık eden, temel kitap 1997 yılında Türkçe’ye tercüme edildi. Jürgen Habermas’ın Kamusallığın Yapısal Dönüşümü adlı çalışmasının (1962) bu gecikmeli aktarımı, aslında yazarının “ağır” ve korkutucu üslubundan kaynaklanmıyor değil. Habermas’ın bu kadar ‘çok’ konuşulmasına karşın, Türkçe’de yayınlanan çalışmalarının sınırlılığı ve dil bilenleri aslından ya da bir başka dilden okumaya zorlayacak kadar karmaşıklığı çevirisinin güçlüğünün göstergeleri. Sosyal bilimler içerisindeki eğilimleri bir yana bırakırsak, çalışmanın çeyrek asrı aşkın bir müddet sonrasında İngilizce’ye çevrilmiş olması da bu güçlükten kaynaklanıyor kuşkusuz. Çalışmanın (Bundan sonra KYD olarak geçecektir) Türkçe çevirisi, özgün dili olan Almanca’dan Tanıl Bora ve Mithat Sancar’ın ekip çalışmasıyla gerçekleştirilmiş. Habermas’la az ya da çok uğraşmış hemen herkesin kolaylıkla tespit edebileceği biçimde takdire şayan güzellikte bir çeviri olmuş. Kitabın başına ise, yazarın KYD’nün Almanca 1990 baskısına yazdığı önsöz de eklenmiş. Bu bölüm, Habermas’ın çalışmasına getirilen eleştirilere verdiği cevaplardan oluşuyor ki, aslında bu eleştirileri bilmeyenler ve “yeni başlayanlar” için kapalı bir kutuyu andırıyor. İngilizce bilenlerin çokluğuna güvenerek birilerinin kitap üzerine çıkan derlemelerden birine el atarak bu açığı kapatabileceğini umut edebiliriz.

Çeviri Hakkında
Kitabın Türkçe çevirisi çıktığı anda gerek mevcut tartışmalardan ve gerekse İngilizce tercümesinden kimi hemen görülebilecek farklılıklar taşıyordu. Öncelikle kitabın ismi, o güne değin Türkçe’de hakkında yapılan tüm inceleme ve tartışmalarda kullanılan “kamusal alan”dan kamusallık olarak bahsediyordu. İngilizce’deki “Public Sphere”in karşılığı olarak dilimize ve tartışmalara dahil olan bu kavram, kitabın Türkçe çevirisinde özellikle farklı kullanılmıştı. Kitabın çevirmenlerinden Mithat Sancar, bu farklılığı şöyle açıklıyor: “Kitabın orijinal başlığında yer alan “Öffentlichkeit” sözcüğü, esas itibarıyla “kamusallık”, “kamu” ve “kamu oyu” anlamlarında kullanılır. Son zamanlarda, özellikle Habermas’ın “sivil toplumun yeniden keşfi” olarak nitelediği dönemden beri, bu kavramın “kamusal alan”ın karşılığı olarak kullanıldığına nadiren de olsa rastlanıyor. Fakat “kamusal alan” için Almanca’da kullanılan asıl sözcük “öffentlicher Raum”dur. Semantik bir yoklama bile bu iki sözcük arasındaki farkı kolayca açığa çıkarır. Kamusallık kavramında, eylem, davranış, olgu, oluş anlamın merkezindedir. Kamusal alan ise, bunların cereyan ettiği mekâna işaret eder. Kitapta meselenin birinci boyutunun ön planda olduğu, daha içindekiler kısmına bakarken bile görülebilir. “Öffentlichkeit” sözcüğünü “kamu” olarak da çevirebilirdik; nitekim metin içinde bağlama göre çevirmek durumunda kaldığımız epeyce yer var. Ancak kitabın başlığında “kamu”, hem kitapta anlatılanları karşılamak bakımından yetersiz kalırdı; hem de Türkiye’de daha çok “devlet”i ve “devlete ilişkin olan”ı çağrıştırdığından hepten bir anlam sapmasına yol açardı” (aktaran Cantek, 1998: 48).

İngilizce baskısıyla karşılaştırıldığında Türkçe tercümede önemli bir farklılık daha göze çarpıyor. Kitapta “Burjuva toplumu” olarak geçen bir çok yer, İngilizce’de “sivil toplum” biçiminde ifadelendirilmiş. Türkçe’ye sivil toplum biçiminde aktarılan “civil society” terimi, Almanca’da iki ayrı kavramla karşılanıyor: “Bürgerliche Gesellschaft” ve “Zivilgesellschaft”. Hegel ve Marx tarafından da kullanılan ilk kavram ile çoğunlukla devletin karşısında yer alan toplumsal yaşam formları kastedilir. Locke ya da Rousseau’nun aksine, bu sivil toplum alanının genel toplumsal iyiliği oluşturacak akılcılığı taşıdığına dair bir inanç taşınmamaktadır. Hegel’e göre evrensel çıkar ancak devlet aracılığıyla hüküm sürebilir. Marx’ın deyişiyle, “hakim sınıfın fikirleri her devirde, hakim fikirlerdir; yani toplumun hakim maddi kudretini elinde tutan sınıf aynı zamanda hakim fikri kudretine de sahiptir.. Hakim düşünüşler gerçekten hakim münasebetlerin ideolojik bir ifadesinden başka bir şey değildir” (aktaran Lefebvre, tarihsiz: 191). Marxist geleneğin ana akımı içinde sivil toplum, kapitalist toplum ile eş anlamlı kullanılır. Bu kavramsal çerçevenin dışında kalan Gramsci ise sivil toplumu “devlet ve ekonomiden ayrılmış, fakat ekonomik ve siyasal sınıf ilişkilerinin kültürel hegemonyalara ve hegemonyal pratiklere dönüştürülüp, istikrarlaştırıldığı bir alan” olarak tanımlar. Yetmişli yıllardan sonra sivil toplum kavramının pek çok siyasal düşüncenin merkezine oturarak farklı biçimlerde tanımlandığı görülüyor: “özerk eylemin kamusal alanı”, “özgür, çoğulcu kamusal iletişim alanı”, “herkesin eşit düzeyde hak sahibi olduğu kamusal iletişimin sembolik alanı” v.s. Sivil toplumun bütün farklı kullanımlarında ortak bir işaret görülebiliyor: ekonomi ve devletin bu alanın dışına yerleştirilmesi. KYD’nin çevirmenlerinden Mithat Sancar, Habermas’ın son dönem çalışmalarında Zivilgesellschaft kavramını sıklıkla kullanmasına dikkat çekerek onun sivil toplum yaklaşımını şöyle tanımlıyor: “Ona göre, kavramın kurumsal çekirdeğini gönüllülük temeline dayanan devlet ve ekonomi dışı birleşmeler ve cemiyetler oluşturur; bunlar, kamu oyunun iletişim yapılarını yaşam dünyasının toplum bileşenine demirlerler. Zivilgesellschaft, az ya da çok kendiliğinden ortaya çıkmış birlikler, örgütler ve hareketlerden meydana gelir; bunlar, toplumsal sorunların özel yaşam alanlarında doğurduğu yankıyı kaybederek yoğunlaştırır ve yüksek sesle siyasal kamu oyuna aktarırlar. Demokratik hukuk devletinin temel kurumlarına karşı olumlayıcı bir tutum alan Habermas, sivil toplumu da bir nevi bu kurumların bekçisi olarak görür. Habermas’ın bu yaklaşımı, hukuk devletini ve sivil toplumu idealize ettiği şeklinde eleştirilmesine sebep olmuştur. Gerçi Habermas, bu övgüsünün söz konusu kurumların reel görünümleri değil, ideal içeriklerini kapsadığını belirtir” (aktaran Cantek, 1998: 49). Habermas, KYD çalışmasında Sivil Toplum kavramını 1990 baskısına yazdığı önsözde kullanıyor, metin içerisinde ise Burjuva toplumu (bürgerliche Gesellschaft) sözcüğü geçiyor. Habermas bu kavramı, kitapta, Marxist gelenekten kopmadan ve hatta çoğu zaman onu kapitalist toplum ile eşanlamlı kullanıyor. İncelediğinin “burjuva kamusallığı” olduğuna vurgu yapması, çevirmenlerinin “burjuva toplumu” çevirisini doğruluyor. Kitabın İngilizce çevirisinde de kimi zaman “Burjuva kamu alanı” teriminin kullanılması da aynı arayışın bir parçası. Türkçe ve İngilizce çevirilerinin farklılığı, biraz da Bürgerlich ve Bürger’in İngilizce’de çoğunlukla vatandaş (citizen) biçiminde kullanılmasıyla ilgili. Civil Code, Civil Society ve Civic Duty hep aynı anlam kökünden türüyor.

Kamusallığa Dair Tezler
KYD’nin asıl önemi tartışmacı ve tartışma yaratıcı kimliğiyle ilgili. Tanıl Bora’ya göre “Habermas’ın Almanca 1990 baskısına yazdığı önsöz kitabın önemini göstermeye yeterli aslında. Bu Önsöz’de medya araştırmalarından feminizme, siyasetbiliminden tarihçiliğe uzanan çok geniş bir spektruma “cevap yetiştiriyor” (aktaran Cantek, 1998: 49). En sert eleştiricilerinin bile görmezden gelemedikleri ve hesaplaşmadan edemedikleri kitap, adından anlaşılacağı biçimde bir süreci anlatıyor. Burjuva kamusallığın dönüşümü söz konusu edilen. Haliyle onun oluşumu, idealize edilen ortamı ve tahrif edilerek dönüşümü. Habermas, olumsuz özellikler atfederek anlattığı bugünün kamusallığına karşın, olumladığı bir başlangıç noktasına sahiptir. Onun idealize ettiği, eşit ve hür yurttaşların/burjuvaların, ortak mekânlarda yüzyüze karşılaşmalarla fikir alışverişinde bulunarak tartıştıkları, ortak edim ve eylemlerle kendini gösteren katılımcı bir kamusallıktır. Bu kamusallığın aktif, üretken ve katılımcı aktörü burjuvazidir. Avrupa kentlerinde burjuvazinin ekonomik kazanç ve ayrıcalıklarını koruyabilme amacıyla aristokrasi ile önce ittifaka, sonra iktidar yarışına girmesiyle 18. Yüzyıl ortalarından itibaren “devleti/siyasal alanı temsil edenlerden ayrı bir (sivil) kamusallık alanı” ortaya çıkar. Habermas bunu “bir kamu oluşturmak üzere biraraya gelen özel kişiler alanı” olarak tarif ediyor. Burjuvazi, kendi kamusallığını oluştururken hakim zihniyeti de değiştirmektedir. Bu değişikliğin temeli eleştirel-rasyonellik ilkesinin kamusal alan/kamusallıktaki tartışmalar içinde öne çıkmasıyla oluşacaktır. Böylelikle yönetenler, kamusal alanda biçimlenen kamuoyunun yani halkın yargılayıcı ve eleştirel kanaatlerinin huzuruna çıkarılacaklardır. Hemen herkes onun önünde kendilerini meşrulaştırmaya ve alenileştirmeye çağrılacaktır. Bunu en çok burjuvazi istemektedir. Çünkü yetenekleri, kültürleri ve paraları vardır ama bütün bu şeylerin onlara toplumda sağlaması gereken yasal konuma bir türlü gelememektedirler. Devlete borç para vermişler, geri istemektedirler. Kamu parasının aptalca ve mirasyedice harcanmasının iflasa varacağını görebilecek kadar hükümet işlerinden anlamaktadırlar. Burjuvazi, politik gücünün iktisadi gücüyle orantılı olmasını istemektedir. İstediği ayrıcalık da yöneticilerin kamu önünde eşitliği kabulüyle başlamaktadır; böylelikle onlar da burjuvalar gibi yargılanabilecek, eleştirilecek ve cezalandırılabilecektir (Huberman, 1995).

Erken kapitalist dönemdeki uzun mesafeli ticaretin getirdiği siyasal sonuçların oluşumunda en az mal dolaşımı kadar etkili olan bir başka unsur da haber dolaşımıdır. Mal dolaşımının izinden giderek gelişen haber dolaşımı, pazardan kaynaklanan ihtiyaçlardan doğacaktır. Ticaretin yaygınlaşmasıyla, uzaktaki gelişmeler hakkında daha sık ve daha doğru bilgiler gerekmektedir. Bu yüzden eski ticarî mektup dolaşımı, ticaretle uğraşanlar için bir tür profesyonel haberleşme sistemine dönüşür. Belirli günlerde yollanan kuryelerle başlayan ilk posta(cı)ları, tüccarlar kendi amaçları için örgütleyeceklerdir. Şehirler, pazarların büyüklüğü ölçüsünde haber dolaşımının merkezidirler. Haber dolaşımının sürekliliği, en az mal ve kıymetli evrak dolaşımının sürekliliği kadar hayatî ve vazgeçilmezdir. Habermas’a göre borsaların oluşmasıyla postanın ve basının; sürekli temasın ve haberleşmenin kurumlaşması aynı zamanlara rastlamaktadır. Modern gazeteciliğin miladını oluşturan bu tek yapraklı gazeteler önce haftalıktır, 17 .yüzyılın ortalarında günlük olur. Kamusal ve resmî gazetelerden farklı olarak, tüccarlar için abonelik esasına dayalı özel bir haberleşme ürünüdürler. Gazetelerde işlenen haberler, ticaretle uğraşanların gidecekleri şehirler, pazarlar, vergiler, ürünler ve uluslararası ticarî dolaşıma ilişkin konuları içermektedir. Bu aktif ve sürekli yenilenen haber ağıyla gazeteler, giderek resmî gazetelerin ve hemen herkesin malumat kaynağı halini alacaktır. Özel haberleşmenin aboneleri ise bu yansımadan / içeriğin aleniyet kazanmasından rahatsızlık duymamaktadırlar. Bu nedenle gazeteler tüccarlar için değil, aksine tüccarlar gazeteler için vardılar. KYD’nün önemli vurgularından biri de, ticarî mektupların geliştirilmiş bir safhasını andıran bu gazetelerin okunduğu yerlerin ve okuyucuların üzerinde yarattığı değişikliklerdir. Feodal dönemde Sarayın büyük salonlarında verilen davetlerin mantığını izleyerek, şehirde açılan ticarî işletmeler –salonlar- bu değişikliklerin leitmotifi olacaktır. İnsanlar –özellikle burjuvalar- gönüllülük, ahbaplık ve kültürlülük esasına dayanarak bu ticarî işletmelere- mekânlara gitmeye başlarlar. Habermas’ın deyişiyle bu salonlarda “eleştirel aklını kullanan özel kişiler topluluğu” yani “kamu” oluşmaktadır. Bu salonlarda edebiyat tartışmaları yapılmakta (Nef, 1980:195-200), tahsilli / aristokrat zümrenin “eleştirme” tekelinin kırılmasına neden olmaktadır. Edebiyatla başlayıp siyasal ve sosyal ağırlık kazanan bu eleştirel ve akılcı tartışmalar, basının kitleselleştiği veya mal dolaşımından çok haber dolaşımı üzerine yapılandığı bir dönemde “salon”lardan koparak, gazetenin girdiği her mekâna taşınır. Salonlarda ya da benzeri mekânlarda birbirleriyle etkileşime geçen aktörlerin özelliklerinden kaynaklanarak, kendiliğinden biçimlenen eleştirel-akılcı tartışmalar, bu gazetelerin aktarımıyla başka bir forma taşınarak, dönüşür. Başlangıçta tartışmalar, gazetelere haber olurken, sonrasında gazeteler kamular için tartışma yaratır olmuştur. Tartışma, görünürde dar bir cemaatten –salondaki katılımcıların konuşmacılarından- koparak faydayı kitleselleştirmektedir ama bir tarafıyla da birörnekleştirip, tartışma konularını sınırlamaktadır. Bu sınırlama, öncelikle iktidarın ilgisini çekecektir. İktidarın, ülke menfaatleri adına basında çıkan haberlere sınırlamalar getirme arzusuyla, kitleselleşmenin oluşturduğu doğal tahditler kolayca çakışacaktır. Böylelikle sanat ve edebiyat eserlerinden başlayarak, ekonomik ve sosyal konulara sirayet eden “akıl yürütme”nin yaşandığı salonların yapısal olarak değişmesine sebep olur. Artık, salonlardaki tartışmalar gazetelere haber olmaktan çok, gazetelerdeki konular tartışmaların esasını oluşturmaktadır. Bir başka ifadeyle, gazeteler dolayımıyla , iktidar tarafında kurgulanan “tahrif edilmiş iletişim” yaşanmaktadır. Ama bu durum, genel gazetecilik ideolojisi çerçevesinde sunulan, denetleyici, yanlışları açığa çıkarıcı “özgür basın” imgesi / klişesi yüzünden tartışılmamaktadır.

Habermas, Eski Roma’nın “Forum”unda bulduğu aracısız katılım özelliklerinin bir benzerini salonlarda bulmuş, hem gazetelerin iktidar tarafından tahrif edilmesine hem de yine gazeteler aracılığıyla salonlarda yapılan tartışmaların dönüştürülmesine dikkat çekmiştir. Ona göre kamusal alan, yapısal bir değişimle temsilî bir kamusallığa dönüşmüştür. Oysa salonlar –ve forum- , eleştirel akılcı söyleme dayalı kamusal aklın üretildiği dolayımsız iletişim mekânlarıdır. Katılımcılar, özel alanda kazandıkları eğitimli ve kentli olmak gibi bir kimlikle, ideal bir kamusallık örneği olan salonlarda, herhangi bir çıkarı öncelikli hale getirmeyen, genel çıkarlar üzerinde yoğunlaşan tartışmalara katılmaktadırlar. Tartışmanın ilke düzeyindeki koordinatları bellidir: Statüler dikkate alınmamaktadır. Bu, bir görüşün diğerinden üstün olduğu varsayımını ortadan kaldırmaktadır. Aslolan herkesin fikrini aracısız söylemesi, kimsenin kimse adına konuşmamasıdır. Habermas’ın idealize ettiği kamusal alanın temelinde bu dolayımsız iletişim yatmaktadır ki bu, toplumsal bütünleşmenin esas aracıdır. Kamuoyunu oluşturan bireylerin dolayımsız iletişim sürecinde yaptığı tartışmalar, toplumsal akılcılaşmayı oluşturacaktır. Bunun yoksunluğu ise bugünün mevcut koşullarını, medya dolayımıyla kurulan iletişimi ve kamusallığı tanımlamaktadır. Dikkat edilirse, Habermas, tahrif edilmiş iletişimi anlatırken ideoloji tanımını da yapmaktadır. Ona göre ideoloji, iktidar tarafından sistemli bir biçimde çarpıtılan, tahakkümün bir aracı haline gelen ve örgütlenmiş güç ilişkilerini meşrulaştırmaya hizmet eden bir söylem ve iletişim biçimidir (Eagleton, 1996:185). Habermas için modern toplumlarda özgürlüğün kaynağı özel alanda sahip olunanlar ve siyasal olan karşısında korunması gerekenlerdir. Kamusal alan, siyasal ile özel alan arasında, özel alanda kazanılan kimliklerle siyasal olana karşı toplumsal özgürleşme mücadelesinin verildiği yerdir. Kamular, karşı kamular, medya, sendikalar, siyasal partiler ve çeşitli sivil dayanışma örgütleri bu alanın içinde tanımlanabilir. Siyasal alan ise hükümete, ekonomik örgütlere, güvenlik güçlerine kısaca iktidara aittir. Buna karşın özel alan, aile içinde siyasal-ekonomik özgürleşmeye eşdeğerde psikolojik özgürleşim alanının oluşturulduğu, ideal konuşma durumunun ilk nüvelerinin gösterildiği yer olarak tanımlanabilir. Özel alan; ev alanı, ekonomik faaliyetler, boş zaman uğraşıları, yakın ve kişisel ilişkilerle sınırlandırılabilir.

Habermas’ın Frankfurt Okulu etkileri taşıyan Yaşam Dünyası-Sistem Dünyası ayrımı, Kamusal Alan hakkındaki görüşleriyle koşuttur. Temel insanî değerlere dayalı kişisel ilişkilerin ve toplumsal akılcılaşmanın mihenk taşı olarak gördüğü iletişimsel edimin oluşturduğu Yaşam Dünyasının , para ve gücün kurallarının biçimlendirdiği Sistem dünyasına üstün olmasını bir mücadele ekseni olarak görür (Alankuş - Kural, 1995:48). Günümüz insanının özgürleşme potansiyelini kişiler arası / yüz yüze iletişim sürecinde ideal konuşma durumunun yeniden tesis edilmesinde bulur. İdeal konuşma durumu, Agora, Forum veya salonlarda olduğu gibi, bütün katılımcıların, konuşma edimlerinin seçimi ve icrasında simetrik olarak eşit şanslara sahip olduğu, tahakkümden tümüyle kurtulmuş bir durumdur. İkna gücüne, retoriğe, otoriteye veya zora dayalı yaptırımlara değil, yalnızca daha iyi olan argümanın gücüne bağlıdır.

Katkı ve Eleştirileri
KYD’nün tartışmaya açmak, katılmamak, yeni varsayımlar üretmek anlamında bir çok sorunun konuşulmasını sağladığı ortada. Katkılarını özetlersek; ilki, medya ile demokratik siyasetin kurumları arasındaki ilişki üzerine odaklanmayı sağladı. İkincisi, medyanın temsil sorunu – aracılık etmesi (medium) üzerine ilgi çekerek, gündem koyma – oy verme –kamuoyu araştırmaları vd ile ilgili araştırmalara yeni bakış açıları getirdi. Üçüncüsü, sonraki çalışmalarında geliştirdiği yüz yüze iletişim ve dolayımlı iletişim kavramlarını başka bir form içinde ele alarak anlamlarını irdeledi (Wagner, 1991). Dördüncüsü, liberallerin serbest pazar – devlet karşıtlığının dışında bir yerden bakma imkânını sağladı. Beşincisi, medyanın mesajlarının –Kültürel Çalışmalar Okulunda olduğu gibi- nihaî okunma yerinin kişilerarası ilişkiler alanı olduğunu hatırlattı. Bunu “medya’ya rağmen- yeniden nasıl tesis edebiliriz gibi doğru bir soru etrafında, bize, yüzyüze iletişimle kurulan mekânların medya’yla birlikte/ona rağmen önemli olduğunu görmeye çağırdı (Garnham, 1992).

KYD, bu katkılarına karşın önemli eleştiriler – tartışmalar da yarattı. Bu geniş eleştiri ve tartışmaları özetlemeye çalışırsak; ilk olarak Habermas’ın burjuva kamusallığının dışında, aynı dönem içerisinde önemli isyan ve ayaklanmalara neden olan köylü ve işçi hareketlerinin oluşturduğu muhalif ve alt kamusal alanları gözardı ettiği eleştirisi yapıldı (Eley, 1992). Gerçi Habermas, 1990 baskısına yazdığı önsözde bu eksikliği kabullenerek, E.P. Thompson’un “Making of English Working Class” (1963) ve Bakhtin’in “Rabelais and His World” (1987) çalışmalarından bahsederek kendisine yeni ufuklar kazandırdığını belirtir. İkinci eleştiri, Habermas’ın burjuva kamusallığını idealize etmesiyle ilgilidir. İdealize edilen o günkü kamuoyunun kimlerin ortak kanaatlerini temsil ettiğinin yeterince tartışılmadığı düşünülmektedir. Curran, Habermas’ın 19. Yüzyıl basını hakkındaki olumlayıcı yaklaşımlarının geleneksel ve liberal yorumlardan kaynaklandığı için ahrazlar taşıdığını belirtmektedir. Ona göre, Habermas tarafından övgü ile söz edilen gazeteler, tarafsız akılcılığın gerçekleştiricisi olmaktan çok burjuvaya hizmet eden propaganda makineleridir (1993:229). Burjuva gazetelerinin aristokrasinin yayınlarına karşı takındıkları tutum yanıltıcıdır. Basının arz-talep dengesindeki ticarî yapısı ve hepsinden önemlisi iktidarla yakınlığı onu idealize edebilecek bir konuma hiçbir zaman getirmemiştir. İngiliz işçi sınıfının Çartist (Chart=temel kural) hareketinde öncü gazetesi olan Northern Star’ın –ilk eleştiriyle birlikte düşünülebilecek olan- kapanışı, farklı oluşumların basındaki mevcut örnekler kadar yaşayamadığını göstermektedir (Beer, 1989: 483-4). Habermas, bu eleştiriye karşı, idealize etmekten çok homojenlik üzerinde durduğunu ve bu homojenliğin farklı görüşlerin oluşturduğu bir mutabakattan çıktığını vurgulayarak şunları söyler: “Burjuva kamusal topluluğunun belirli ölçüde homojen olduğundan yola çıkabiliriz; böyle bir kamu –ne kadar fraksiyonlaşmış olsa da- müşterek sınıf çıkarı güden partilerin kavgasında en azından ilke olarak ulaşılabilir bir mutabakatın temeli sayılabilecektir. Yine de, kamusal topluluktan tekil halde sözetmek yanlıştır. Burjuva kamusal topluluğu içinde, başlangıçtan itibaren birbirine rakip kamusallıklar olduğunu hesaba kattığımızda ve baskın kamusallıktan dışlanmış iletişim süreçlerinin dinamiğini gözönüne aldığımızda, ortaya başka bir resim çıkacaktır”.

KYD hakkındaki üçüncü eleştiri, daha çok çalışmanın üzerindeki Frankfurt Okulu etkileriyle ilgilidir. Buna göre, KYD, kültürel yaşamı kontrol edenlerin manipülatif gücünü abartmaktadır. Alımlama çalışmaları için de bir çıkış noktası oluşturan bu eleştiri, medya karşısında alımlayıcılarına edilgen bir biçimde mesajlar almadığını savunmaktadır. Bir metnin sabit, herkesin üzerinde uzlaşacağı tek bir anlamlandırma biçimi olduğunu kabul etmek olanaksızdır. İki ayrı kişinin aynı metinden aynı anlamları çıkaracaklarını hiçbir şey garanti edemeyecektir. Bu yaklaşım, kitle kültürü eleştirilerinin edilgen izleyicisini, mesajların tüketicisi olmaktan anlamların üreticisi olmaya kaydırmaktadır. KYD’ne yöneltilen dördüncü eleştiri, burjuvazinin dönüştürdüğü ve siyasal olanın müdahalesi sonucu yeniden tahrip edilen kamusallığın aslında tıpkı öncekiler gibi temsili nitelikler taşıdığı ve bunun Habermas tarafından gözardı edildiğidir. Beşinci eleştiriye göre Habermas, ev-yaşam alanını ve ekonomiyi kamusal alanın/kamusallığın dışında sayarak hem cinsiyet hem de üretim ilişkileri içinde sorunları gözardı etmektedir (Fraser, 1992; Mclaughlin, 1993). Altıncı eleştiri, burjuva kamusallığının herkese açık olma iddiasına yöneliktir. Buna göre, tartışmalara yalnızca eğitimli kimseler, konuşulan “dil”den haberdar olanlar dahil olabilmektedir. Tahsilli olmayanların bu tartışmalara katılma imkânı yoktur. Verstraeten’e göre katılımcıların kamusal alana girerken kişisel çıkarlarını özel alanlarında bırakacakları görüşü de yanlıştır. Böylelikle alanın tarafsız, homojen ve karşılıklı mutabakata açık olarak tanımlanması kolaylıkla yanlışlanabilir bir idealizasyondur (1996).

Sonsöz
KYD eleştirilerinin oluşturduğu tartışma çerçevesinin ufuk açıcı sorularla donatılması, kitabın yayınlandığı hemen her ülkede yerel çalışmaların yapılmasını kolaylaştırdı. Bizde de KYD’nü izleyerek kendi tarihimizi eşeleyecek çalışmaların yapılabileceğini umabiliriz. Bizdeki burjuvazinin gelişim seyri, kahvehanelerin işleyişi ve gazeteleri sorgulayarak yapılabilecek bir çalışma, KYD’nün Batı-Avrupa merkezli yapısıyla da bir karşılaştırma yapma olanağı sağlayabilecektir.

Son olarak, KYD ile birarada okunursa faydalı olabileceğini düşündüğüm iki önemli yazarın Türkçe’de yayınlanmış kitaplarını önermek istiyorum: İlki Hannah Arendt’in İletişim Yayınlarından çıkan İnsanlık Durumu (1994) çalışması. İkincisi , Richard Sennett’in Ayrıntı Yayınlarından çıkan Kamusal İnsanın Çöküşü (1996) ve Gözün Vicdanı (1999).

Kaynakça
+Alankuş-Kural, Sevda (1995). Temsilî Kamuoyu, Kamusal Alan, Kamusal İletişim, Kamular ve Kamusal Mekânlar. Ankara: Yayınlanmamış Doçentlik Çalışması.
+Arendt, Hannah (1994). İnsanlık Durumu. Çev. Bahadır Sina Şener, İstanbul: İletişim.
+Beer, Max (1989). Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Tarihi. Çev.Galip Üstün. İstanbul: Can.
+Cantek, Levent (1998). “Kamusallığın Dönüşüm Serüveni”, Virgül. Şubat.
+Curran, James (1994). “Kamusal Bir Alan Olarak Medyayı Yeniden Düşünmek”, Çev. Süleyman
İrvan, İLEF Yıllık 1993.
+Dahlgren, Peter (1994). “The Media, the Public Sphere and the Horizon of Civil Society”,
Turbulent Europe: Conflict, İdentity and Culture. Londra: EFTSC.
+Eagleton, Terry (1996). İdeoloji. Çev. Muttalip Özcan. İstanbul: Ayrıntı.
+Eley, G. (1992). “Nations, Public and Political Cultures: Placing Habermas in the Nineteenth Century”, C.Calhoun (ed.), Habermas and the Public Sphere. Cambridge: MIT Press.
+Fraser, N. (1992). “Rethinking the Public Sphere: A contribution to the Critique of Actually
Existing Democracy”, C.Calhoun (ed.), Habermas and the Public Sphere. Cambridge: MIT Press.
+Garnham, N. (1992). “The Media and the Public Sphere”, C.Calhoun (ed.), Habermas and the Public Sphere. Cambridge: MIT Press.
+Habermas, Jürgen (1996). The Structural Transformation of the Public Sphere. Cambridge: Polity Press. 
+Habermas, Jürgen (1997). Kamusallığın Yapısal Dönüşümü. Çev. T. Bora –M. Sancar. İstanbul: İletişim.
+Huberman, Leo (1995). Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla. Çev. Murat Belge. İstanbul: İletişim.
+Lefebvre, Henri (Tarihsiz). Karl Marx. Çev. R.F.Baraner – R.N.İleri. İstanbul: Anadolu Yayınları.
+Mclaughlin, Lisa (1993), “Feminism, The Public Sphere, Media and Democracy”, Media, Culture & Society, Vol:15.
+Nef, John (19809. Sanayileşmenin Kültür Temelleri. Çev. Erol Güngör. İstanbul: Kalem Yayıncılık.
+Sennett, R. (1996). Kamusal İnsanın Çöküşü. Çev. Bahadır Sina Şener, İstanbul: İletişim.
+Sennett, R. (1999). Gözün Vicdanı. Çev. S.Sertabiboğlu-C.Kurultay. İstanbul: Ayrıntı.
+Thompson, John (1993). “The Theory of the Public Sphere”, Theory, Culture & Society, Vol.10
+Thompson, John (1997). “Kamusal Alanın Dönüşümü”, Çev. Sevda Alankuş-Kural, AÜİLEF Yıllık 94.
+Verstraeten, Hans (1996). “The Media And The Transformation Of The Publis Sphere”, European Journal Of Communications, Vol. 11 (3): 347-370.
+Wagner, Gerhard (1991). “The Structural Transformations of the Public Sphere”, Theory, Culture & Society, Vol:8.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder