Cumartesi, Mart 25, 2006

Küçük Şeylerin Tanrıçaları

Türkiye’de kitap okurlarının yarısını kadınlar oluşturuyor bana göre. Diğer yarısını öğrenciler ve diğerleri oluşturuyor ki, emin olun onların da yarısı kadın. Listelerden anlaşılıyor ki, kadınların ilgisine mahzar olamayan hiçbir kitap çok satamıyor. Ahmet Altan’dan, şimdilerde popüler olan Tuna Kiremitçi’den, “kadınların yazarı” diye bahsediliyor. Eskiden de böyleydi bu, edebiyat tarihçelerinde yer verilmeyen, bugün adı sanı hatırlanmayan sayısız çok satar kitap, ya kadınlar tarafından yazılmıştır ya da melodramatiktir. Yakın tarihli bir klişeyle söyleyelim: kadın duyarlığı taşımaktadır.

Edebiyat dünyasındaki bu tabloya rağmen, kadın yazarlar açısından ilginç bir eksik vardı. Kadınlar, gazetelere ancak tefrika roman yazdıklarında girebiliyorlardı. “Erkek Babıali”, bir kadın köşe yazarını aklına dahi getirmiyordu. Kadınlar Babıali’de yıllarca çevirmen olarak çalıştılar, magazin haberleri hazırladılar, röportajlar yaptılar ama neredeyse devlet adamlığı itibarı gören köşe yazarlığı mertebesine ulaşamadılar.

Son beş yıldır basında kadın köşe yazarları birdenbire çoğaldı. Bu, yayın organları arasındaki rekabete bağlanabileceği gibi, “çocuk da yaparım, kariyer de” iddiasındaki “özgür kız” modelinin yükselen değer haline gelmesiyle de açıklanabilir. Bu değişimi iyimserlikle karşılamak da, onlardan beklenenin neler olduğunu tartışarak, geçmişle kıyaslayarak, hiçbir şeyin değişmediğini söyleyebilmek de mümkün. Ayrıca, global değişimlerin ve feminist hareketin gelişiminin bu çoğalmayı yarattığı da düşünülebilir. Neler yazdıklarına bakılırsa, batıdaki benzerleriyle paralellikler de kurulabiliyor: günlük hayatı dolduran küçük ayrıntılar, kadın-erkek ilişkileri, cinsiyet rolleri, fiziksel imaj gibi konulara yoğunlaşıyorlar. Onların yarattıkları mikro kozmos, “özel olan politiktir” savına teğelleniyor. Bu nedenle mahrem dünyalarını, kişisel deneyimlerini, küçük sevinçlerini ve sebepsiz hüzünlerini söze dökmekten çekinmiyorlar. Büyük anlatılara ve siyasal mücadelelere karşı, kendi mikro anlatılarıyla bir alternatif olabiliyorlar mı bilmiyorum. Böyle bir arzu duyduklarından dahi kuşkuluyum, ama duruşları itibarıyla alternatif oldukları iddia edilebilir.

Aslında iddialılar, özellikle sosyal hayatın içinde. Çoğu dış görünümüne dikkat ediyor. İfrata kaçmadan bakımlılar. Koketliği, salon kadınlığını, afroluğu alaya alıyorlar. Zekâlarını ironiyle keskinleştiriyorlar. Kimilerine göre “edepsizlik” olarak nitelendirilebilecek bir açıksözlülükleri ve pervasızlıkları var. Özgüven sahibiler, yeri gelince kendileriyle alay da edebiliyorlar. Bridget Jonesvari, şehirli, okur-yazar, meslek sahibi bir kitleye hitap ediyorlar. Büyük laflar etmeden, teoriye bulaşmadan konuşuyorlar.

Kimsenin hakkını yemek istemem ama, yapılan, ağaçla ilgilenirken ormanı gözardı etmek gibi geliyor bana. Beni rahatsız eden, onların iç dünyalarını eldiven gibi ters yüz etmeleri, mahremiyete meydan okumaları değil. Psikanalistleriyle konuşur gibi yazmaları, saklayacak hiçbir şeyleri yokmuş gibi davranmaları da değil… Tabu sayılagelen olguların görünür kılınması, toplumda konuşulur hale getirilmesi hiç de yabana atılacak gelişmeler değil. Ancak bütün bunlardan daha kapsayıcı olan politik çatışmalar, gelir dağılımındaki eşitsizliklerle ilgilenmek ya tehlikeli sulara dalmak ya da erkeklere ait tartışmalar sayıldığından olsa gerek, kadın yazarların uzak durdukları konular.

İki soru sorulabilir: İlki, köşe yazarlığı prestij kaybettiği için mi kadınlar da köşe sahibi olabildiler? İkincisi, kadın yazarlardan beklenen bu tür yazılar yazmaları mı, yoksa onlar başka türlü yazmak istemiyorlar mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder