Salı, Aralık 23, 2008
Cumartesi, Aralık 13, 2008
Cem Yılmaz Hakkında...
Cem Yılmaz, pek çok komedyen gibi sıcakkanlı, konuşkan, hazırcevap, nüktedan ve oldukça zeki biri. Geçmişte benzer nitelikleriyle popüler olmuş isimlerle kıyaslandığında ise çok gülen bir komedyen. Sahnede kendi esprileri başta olmak üzere çok gülüyor. Klasik komedyen sahnede gülmez, seyirci anlatılanlara katılarak güler ama o sanki hiçbir şey olmamış gibi oynamayı sürdürür. Oysa Cem Yılmaz seyirciye dönüp gülerek “ne gülüyorsunuz, gülmeyin” diyebiliyor. “İşte sohbet ediyoruz, laflıyoruz” vehmini yaratıyor. Bu işi para için yaptığını “itiraf ederek” muhabbet vehmini de güçlendiriyor. Geçmiş komedyenler gibi politik aidiyetlerle konuşmak zorunda değil, farklı bir dönemdeyiz, siyasetten hoşlanmadığını hissettiriyor, bu konuda hiç de muğlak davranmıyor: “siyasi mizah arkaiktir!” yargısı hakkında pek konuşmasa da bayrak isimlerden biri. Zeki ve ironik biri olarak, yaşananların dışında, belki yukarıda, belki kenarda duruyor, ama komik olanı işaretliyor: “Bakın ne komik”. Komik olana seyirciyle birlikte gülüyor, gülünen şeyin hempası olmuyor, aslına bakarsanız hasmı da olmuyor. Ayağı takılıp yere düşen adama herkes güler ama düşen adamın arkasından yürüyüp ayağı takılmış gibi kendini yere atan adama mizahçı denir derlerdi. Cem Yılmaz, gülerek düşen adamın yanına gidiyor, kıkırdayarak adamı yerden kaldırıyor, ona sarılıyor, kalabalığa dönerek “gülmeyin oğlum ya” diyor yine gülerek (...)
Cem Yılmaz, büyük şehirli orta sınıf gençliği tarafından çok seviliyor. Karikatürden gelmesi bir avantaj elbet ama şöhretini buna bağlamak haksızlık olur. Fakat şu var, mizah dergileri liberter ortamlardır, esprilerini mutlaka etkilemiştir. Bir de mizah dergileri televizyonda anlatılamayacak, mainsteram olmayan bir mizah yapıyorlar uzun süredir. Örneğin Gırgır çok tv esprisi yapardı ve üreticilerinde bir alışkanlık yaratmıştı. Televizyon mizahı olmayınca yerine yakın geçmişin popüler kültür ürünleri, tv dizileri, ilk bilgisayarlar, bugün unutulmuş gündelik yaşam ayrıntıları ikame edildi. Cem Yılmaz da bu mecrayı kullanıyor. (...)
Türk’ün Türkle eğlencesi meselesi var. Temel fıkrası gibi “bir Türk Uzaylı ile karşılaşsa ne yapar?” “Bir Türk Matrix’te oynasaydı ne olurdu?”, “Türk olsa şurada nasıl davranırdı?” vs türü espriler yapılıyor. Gora filmi yoktan varolmadı. Yabancı dille eğitim veren okullardan mezun olan, iyi eğitimli, bugün dolgun ücretli saygın mesleklerde çalışan orta sınıf gençleri bu esprileri yıllardır yapıyorlar ve büyük yaygınlık kazandırdılar. Müteşebbis Türk esprisi reklamlara konu oldu. Yıllar önce ixir reklam filmlerinde oynayan Kestaneci ile Kokoreççiyi hatırlayın. Cem Yılmaz ve seyircisi, kolkola kıkırdayarak onlara gülüyorlar. Önemli bir farkla: bunu açıkça ayrımcı ve hasmane biçimde yapmıyorlar, aralarında gülüyorlar. Bu mizah uzun müddet ezoterikti, bugün mainstream oldu…Biz adam olmayız ile pratik zekalı girişimci Türk böbürlenmesi arasında salınan espriler bunlar. “Yurdum insanı işte” dendiğinde ne demek istendiği anlaşılıyor artık. (...)
Benzerlerinin tamamı televizyon cenderesinde gün be gün tüketiliyorlar, artık onlardan komik olmaları bile beklenmiyor, yüzleri ve isimleri kullanıyor. Cem Yılmaz, reklamlar dışında televizyona hiç girmedi. Eskimedi, tüketilemedi. Mahareti ve yıldızlık parıltısı dışında bu “kenarda kalma” tercihi onu hâlâ merak edilir kılıyor, yoksa o da bu kaçınılmaz “sonu” paylaşacaktı.
[Newsweek Türkiye, 14 Aralık 2008 tarihli 7.sayıda çıkan Cem Yılmaz yazısı için sorulan sorulara verdiğim cevaplar]
Cem Yılmaz, büyük şehirli orta sınıf gençliği tarafından çok seviliyor. Karikatürden gelmesi bir avantaj elbet ama şöhretini buna bağlamak haksızlık olur. Fakat şu var, mizah dergileri liberter ortamlardır, esprilerini mutlaka etkilemiştir. Bir de mizah dergileri televizyonda anlatılamayacak, mainsteram olmayan bir mizah yapıyorlar uzun süredir. Örneğin Gırgır çok tv esprisi yapardı ve üreticilerinde bir alışkanlık yaratmıştı. Televizyon mizahı olmayınca yerine yakın geçmişin popüler kültür ürünleri, tv dizileri, ilk bilgisayarlar, bugün unutulmuş gündelik yaşam ayrıntıları ikame edildi. Cem Yılmaz da bu mecrayı kullanıyor. (...)
Türk’ün Türkle eğlencesi meselesi var. Temel fıkrası gibi “bir Türk Uzaylı ile karşılaşsa ne yapar?” “Bir Türk Matrix’te oynasaydı ne olurdu?”, “Türk olsa şurada nasıl davranırdı?” vs türü espriler yapılıyor. Gora filmi yoktan varolmadı. Yabancı dille eğitim veren okullardan mezun olan, iyi eğitimli, bugün dolgun ücretli saygın mesleklerde çalışan orta sınıf gençleri bu esprileri yıllardır yapıyorlar ve büyük yaygınlık kazandırdılar. Müteşebbis Türk esprisi reklamlara konu oldu. Yıllar önce ixir reklam filmlerinde oynayan Kestaneci ile Kokoreççiyi hatırlayın. Cem Yılmaz ve seyircisi, kolkola kıkırdayarak onlara gülüyorlar. Önemli bir farkla: bunu açıkça ayrımcı ve hasmane biçimde yapmıyorlar, aralarında gülüyorlar. Bu mizah uzun müddet ezoterikti, bugün mainstream oldu…Biz adam olmayız ile pratik zekalı girişimci Türk böbürlenmesi arasında salınan espriler bunlar. “Yurdum insanı işte” dendiğinde ne demek istendiği anlaşılıyor artık. (...)
Benzerlerinin tamamı televizyon cenderesinde gün be gün tüketiliyorlar, artık onlardan komik olmaları bile beklenmiyor, yüzleri ve isimleri kullanıyor. Cem Yılmaz, reklamlar dışında televizyona hiç girmedi. Eskimedi, tüketilemedi. Mahareti ve yıldızlık parıltısı dışında bu “kenarda kalma” tercihi onu hâlâ merak edilir kılıyor, yoksa o da bu kaçınılmaz “sonu” paylaşacaktı.
[Newsweek Türkiye, 14 Aralık 2008 tarihli 7.sayıda çıkan Cem Yılmaz yazısı için sorulan sorulara verdiğim cevaplar]
Salı, Aralık 02, 2008
Kurtlar Vadisi Hakkında
Kurtlar Vadisi’ne olan ilgiyi ne ile açıklayabiliriz?
Öncelikle bir televizyon anlatısı olduğu için büyük ilgi görüyor. Televizyon, popüler kültürün lokomotifi, üreticisi, belirginleştiricisi, belirleyicisidir. Kurtlar Vadisi, sokağı ve zamanı iyi izleyen bir dizi. İzlenme oranlarının düştüğü anda dizilerin bitirildiğini düşünürsek devamlılığı korumasını biliyor, konuşulmayı da başarıyor.
Bu ilgiyi basit bir beğeni olarak mı görmeliyiz?
Popüler kültüre nasıl baktığınızla ilgili bu… Televizyon dizileri çabuk unutulurlar, yerine bir başkası gelir, sonra bir başkası. Kurtlar Vadisi de miyadını doldurduğu an unutulacak. Şöyle bir geriye dönüp bakarsanız büyük ilgi görmüş, çok konuşulmuş diziler hatırlayacaksınız. Süper Baba, Deli Yürek, İkinci Bahar hemen aklıma gelenler. Ama asıl olarak bu ilgi yoğunlaşması neye denk düşüyor diye düşünürsek herhangi bir zaman diliminde ilgi görmüş herhangi bir popüler kültür ürünü o toplumu anlamak adına bakılması-incelenmesi gereken mecralardır. Kaldı ki Kurtlar Vadisi, siyasi ve sosyo-ekonomik koşullara göndermeler yapan, daha doğrusu yapmayı seven, gerçeklik kurgusunu böylesi bir uğraşla kurmayı seven bir dizi.
Nasıl bir dizi...
Her şeyden önce diziye serüven külliyatı içinden bakmak gerekiyor. Avantür sinemasının kalıplarıyla hareket ediyor, türe özgü mevcut kalıpları kullanıyor. Bir başka deyişle Hollywood sinemasının var ettiği türün gereklerini bilerek anlatıyor. Erkek kahramanlar, şoven nitelikler, kır kökenli adamların samimiyet ve dobralığı, şehrin ve bürokrasinin yozlaşmışlığı, hukukun kötüler lehine kullanıldığı iddiası, anti entelektüelizm, kanun koruyuculuk değil kanun koyuculuğun teşvik edilmesi vs…Klişedir: Kahraman, kanun adamıdır ama üstleriyle arası daima bozuktur, kurallara uymak istemez. Hukuk, bürokrasi ve her türlü hiyerarşiyle arası iyi değildir. Etrafındaki pek çok kanun adamı yozlaşmıştır, rüşvet almakta, pek çok suç örtbas edilmektedir. Kahraman, kanun adamı değilse bile mutlaka bir dönem kanun adamı olmuş, yozlaşma yüzünden sistemden uzaklaşmıştır vs… Kötü adamlar genellikle işadamları ve politikacılar arasından çıkar, geniş bir suç ağına sahiptirler. Rüşvet, tehdit, şantaj yapmakta her kesimden insanı istediği biçimde kullanmaktadırlar. Önemli olduğu için altını çizelim: Serüven külliyatında her devlet, kayıt dışı ekonomiyle bir biçimde ilişkilidir: Emniyet, Adalet ve İstihbarat birimleri Mafyayla ve çeşitli suç örgütleriyle ilişkilidir. Yaşanan dünya kötü ve amoralisttir. Küçük bir azınlık ve kahraman dışında herkes pragmatiktir, ahlak dışı davranır, güvenilmezdir. Olaylar örtbas edilir, dosyalar kapatılır, faili meçhul cinayetler işlenir, insanlar kaçırılır, banka hesaplarından paralar aktarılır, borsa speküle edilir, kağıtlar düşer çıkar. Kapalı kapılar ardında büyük oyunlar oynanmaktadır. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Avantür sineması bu iddia ile gerçeklik vehmini güçlendirir.
Kurtlar Vadisi bir mafya dizisi olarak başladı. Bir Amerika dizisini temel alarak çıktığı söylenebilir. Bir istihbarat görevlisi estetik bir ameliyat geçirmiş, yeni kimliği ile mafyanın dünyasına, perde arkasında Türkiye’yi yöneten “baronların” arasına giriyordu. Avantür sinemasının oyuncuları genellikle fiziki özellikleriyle de öne çıkarlar. Kaslı vücutlarını sergilerler, uzak doğu dövüş teknikleri bilirler. Burada başrol oyuncusunun böyle bir özelliği yoktu. Diyalogları öne çıkartan bir tarz ortaya çıktı. Aksiyon yan karakterlere bırakıldı. Geri planda bir aşk hikayesi kullanıldı. Dünyadaki serüven edebiyatının iyi örnekleri soap opera kalıplarını yetmişli yıllardan bu yana kullanıyorlar. Erkek kahramanın insani yüzü, zayıf tarafı belirginleştiriliyor. Ölmüş bir eş, kırık bir aşk hikayesi ya da bir erkeklik krizine varan uyumsuzluklar resmediliyor. Anlatıya başka bir derinlik katılıyor. Prime time izleyicisini yakalamak adına farklı ilgileri tatmin edecek oyuncu ve klişe tip seçimleri kullanılıyor.
Murat Paker, apolitize olmuş bir topluma ortak bir hedef göstermesi Kurtlar Vadisi’ni bu derece etkili kıldı diyor?
Katılırım ama her şeyden önce bir beş yıl öncesine göre daha politize bir toplum olduğumuzu düşünüyorum. Daha fazla meydanlara çıkılıyor. Derslerde aktüel ya da geçmiş siyasete gönderme yapan öğrenci sayısı geçmişten fazla. Ama nasıl bir politize olunuyor derseniz, çok dışlayıcı, ötekileştirici bir politizasyon var. Bu politizasyon demokratik taleplerle ilgili görünmüyor. Düşmanı belirginleştirmek konusunda cevvaller. Vatan hainleri, dönekler, satılmışlar, amerikan uşakları vb etiketler var ellerinde. Bunları ne kadar söylerlerse daha solcu ya da daha sağcı olduklarını düşünüyorlar. Vatanı sevmek bu hainleri teşhir etmekten geçiyor. Asıl olarak büyük şehirli orta sınıf gençliğinde milliyetçiliğin yükseldiğini görüyoruz.
Kurtlar Vadisinin hedef gösterdiği hep söyleniyor. Sonu şiddet eylemleriyle sonuçlanan olayların sorumlusu olarak gösteriliyor. Bir televizyon dizisine böylesine güç atfetmek abartılı olur. Suyun üzerindeki dalganın köpüğü gibidirler, dipten giden asıl akıntıya bakmamız gerek. Kurtlar Vadisinin hedef gösterdiği şeyler yeni ve bugüne özgü değil ki. Dışlanan, tektipleştirilen, tek yönlü gösterilen pek çok şey, örneğin bir batı Avrupa demokrasisinde suç sayılan ırkçı ve ayrımcı tutumlar en az yüz yıldır sürüyor.
Bu dizinin çeşitli fan siteleri var. Seyircinin neye tepki verdiği, sevdiği ya da sevmediği, dizi üreticileri tarafından birebir izleniyor. Etkileşimli bir üretim var. Yön verme, hedef gösterme meselesinde bunu da hatırda tutmamız gerekiyor. Gazetelerin internet sayfalarında çıkan haberlere yazılan yorumlarla bir arada düşünmemiz gereken bir etkileşim aslında. Gazete ile okurlar geçmişten çok daha fazla birbirlerini belirliyorlar. Diziler de öyle…
Bilal Özcan, dizide kültür değerlerimize ilişkin kavramlar kullanıldığını söylüyor
Maintream bir dizinin varolabilmesi için yerelliğe mutlaka vurgu yapması gerekiyor. Tersi düşünülemez. Hollywoodun avantür filmlerinde yaşlı ve bilge adamlar kullanılıyor. İşte yoga yapıyorlar, çiçeklerle uğraşıyorlar, inzivadalar, dünya nimetlerinden uzaktalar. Sürekli bir arınma vurgusu için hayatın yozlaşmasına karşı kullanılırlar. Kahraman zorda kaldığında ona başvurup akıl alır vs…Kurtlar Vadisinde de ney çalan, ebru ile uğraşan, tasavvuftan mesel ve deyiş aktaran biri var. Yerellik övgüsüne biraz da buradan bakmak gerek.
Derin devleti meşrulaştıran bir yönü var mı gerçekten?
Avantür edebiyatı-serüven külliyatı, kanun koyuculuğu meşru bir yol olarak gösterir. Hukuk zenginlerin, mafyanın, politikacıların kirli işlerini gizleyen bir maskedir. Dirty Harry serisini, Mike Hammer’in Kanun Benim deyişini düşünün. Rambo’yu hatırlayın. Avantür kahramanları demokrasiye inanmazlar. Kötü adamlar delil yetersizliğinden, hakimlere rüşvet vererek, yukarılarda bir yerden telefon açtırarak kurtulurlar. Onları ancak öldürmek gerekir. Kurtlar Vadisinin kahramanları farklı değiller. Kötü adamlara karşı ancak bu yolla mücadele edilebilir varsayımını taşıyorlar.
Pusu serisini diğerlerinden ayıran bir etken var mı?
Bence yok ama şu var: Siyasetçilerimizin dizinin popülerliğini kullanarak bazı meselelerin dizide anlatılması yönünde telkinlerde bulunduğu söyleniyor. “Ergenekon’u bir de Kurtlar Vadisinden izlemek gerekir” derken biraz da bu kastediliyor olsa gerek. Pusu serisi değil ama Kurtlar Vadisi Irak filmi bir farklılaşma yarattı denebilir. Filmle ilgili medya çalışmaları çok iyi yapıldı. Filmin şoven nitelikleri nedeniyle batı’da çıkan eleştiriler Avrupa ve Amerika karşıtı bir havada karşılandı. Dizinin senaristlerinden biri “Hollywoodun kalbini hançerledik” benzeri bir şey söyledi. Siyasal anlamda romantik ifadeler bunlar ama konjentürel olarak bir Amerikan karşıtlığı var, “Avrupa Avrupa duy sesimizi” benzeri bir sahiplenme oldu. Terör başlıklı serinin yayından kaldırılmasıyla ilgili kampanyalar sonuç verince Amerika istediği için yayından kaldırıldı türünden yazılar çıktı. Diziyi izleyip izlememesi önemli değil, pek çok kişiyi diziyi konuştu. Kurtlar Vadisine gösterilen ilgiyi konuşulur olmasına bağlamak gerekiyor. Dizi de çok konuşkan aslında. Komplo teorileri, siyasi analizler,özdeyişler, meseller, fıkralar çok şey var…
Her şeyde olduğu gibi bu tür dizileri de siyasal görüşlerimiz etrafında mı değerlendiriyoruz toplum olarak?
Kaçınılmazdır bu ama. Fakat şu söylenebilir, bunlar aktüel anlatılar. Öyle oldu ki izlemediğini bildiğim akademisyenler bile Amerikan karşıtlığı adına diziyi sahiplendiler. Siyaseten dizinin gerçekleri anlattığını söylediler. Popüler kültür ürünlerinin çelişkili içerikleri vardır. Son derece şoven, ayrımcı bir dilin yanında özgürlükçü –liberter bir vurgu da yer alabilir. Bir de insanların bu türden anlatıları nasıl alımladıkları çok belirgin değildir. Kızılderililerin western filmlerinin ilk yarısını hani zafer kazandıkları bölümü seyredip televizyonu kapattıkları söylenir. Ve diyelim o westernin muhafazakar yapısı bireycilik açısından kapalı toplumlarda olumlu katkıları olabilir. En azından araştırmalar bunu söylüyor. Kurtlar Vadisi, anlatım biçimi ve içerik olarak sağ tandanslı ama temelde serüven edebiyatı böyledir zaten. Erkeklerin konumu, kötülerle ilgili klişeler, tek taraflı bakışlar (mağdurun ne hissettiği anlatılmaz örneğin), hukuk karşıtlığı ve anti entelektüelizmi bu sağ içeriği belirler. Ancak yine de popülerliğin ölçütü muğlaklıktır. Ürünün yaratıcıları belirgin olarak sağ ya da sol olarak adlandırılmak istemezler. Herkesin istediği biçimde tanımlaması, farklı okumalara açık olması için uğraşılır. Bu konuda asla açık konuşulmaz. Diziyle ilgili niteleyici tartışmalar üreticileri dışında gerçekleşiyor.
Bu tür dizilerin büyük yankı yaratması toplum olarak eğitim düzeyimiz ile mi ilgili?
Televizyon dizileri her yerde büyük ilgi görüyor. Dizinin hikayeci maharetini hesap etmek etmek gerekiyor ama döneme özgü sosyo-kültürel koşullar da bu ilgiyi çoğalttı. Avantür türü her zaman bu denli ilgi görmez.
[30 Kasım 2008 tarihinde TRT2'de canlı yayınlanan Ayrıntı programında bana yöneltilen sorulardan bazıları]
Öncelikle bir televizyon anlatısı olduğu için büyük ilgi görüyor. Televizyon, popüler kültürün lokomotifi, üreticisi, belirginleştiricisi, belirleyicisidir. Kurtlar Vadisi, sokağı ve zamanı iyi izleyen bir dizi. İzlenme oranlarının düştüğü anda dizilerin bitirildiğini düşünürsek devamlılığı korumasını biliyor, konuşulmayı da başarıyor.
Bu ilgiyi basit bir beğeni olarak mı görmeliyiz?
Popüler kültüre nasıl baktığınızla ilgili bu… Televizyon dizileri çabuk unutulurlar, yerine bir başkası gelir, sonra bir başkası. Kurtlar Vadisi de miyadını doldurduğu an unutulacak. Şöyle bir geriye dönüp bakarsanız büyük ilgi görmüş, çok konuşulmuş diziler hatırlayacaksınız. Süper Baba, Deli Yürek, İkinci Bahar hemen aklıma gelenler. Ama asıl olarak bu ilgi yoğunlaşması neye denk düşüyor diye düşünürsek herhangi bir zaman diliminde ilgi görmüş herhangi bir popüler kültür ürünü o toplumu anlamak adına bakılması-incelenmesi gereken mecralardır. Kaldı ki Kurtlar Vadisi, siyasi ve sosyo-ekonomik koşullara göndermeler yapan, daha doğrusu yapmayı seven, gerçeklik kurgusunu böylesi bir uğraşla kurmayı seven bir dizi.
Nasıl bir dizi...
Her şeyden önce diziye serüven külliyatı içinden bakmak gerekiyor. Avantür sinemasının kalıplarıyla hareket ediyor, türe özgü mevcut kalıpları kullanıyor. Bir başka deyişle Hollywood sinemasının var ettiği türün gereklerini bilerek anlatıyor. Erkek kahramanlar, şoven nitelikler, kır kökenli adamların samimiyet ve dobralığı, şehrin ve bürokrasinin yozlaşmışlığı, hukukun kötüler lehine kullanıldığı iddiası, anti entelektüelizm, kanun koruyuculuk değil kanun koyuculuğun teşvik edilmesi vs…Klişedir: Kahraman, kanun adamıdır ama üstleriyle arası daima bozuktur, kurallara uymak istemez. Hukuk, bürokrasi ve her türlü hiyerarşiyle arası iyi değildir. Etrafındaki pek çok kanun adamı yozlaşmıştır, rüşvet almakta, pek çok suç örtbas edilmektedir. Kahraman, kanun adamı değilse bile mutlaka bir dönem kanun adamı olmuş, yozlaşma yüzünden sistemden uzaklaşmıştır vs… Kötü adamlar genellikle işadamları ve politikacılar arasından çıkar, geniş bir suç ağına sahiptirler. Rüşvet, tehdit, şantaj yapmakta her kesimden insanı istediği biçimde kullanmaktadırlar. Önemli olduğu için altını çizelim: Serüven külliyatında her devlet, kayıt dışı ekonomiyle bir biçimde ilişkilidir: Emniyet, Adalet ve İstihbarat birimleri Mafyayla ve çeşitli suç örgütleriyle ilişkilidir. Yaşanan dünya kötü ve amoralisttir. Küçük bir azınlık ve kahraman dışında herkes pragmatiktir, ahlak dışı davranır, güvenilmezdir. Olaylar örtbas edilir, dosyalar kapatılır, faili meçhul cinayetler işlenir, insanlar kaçırılır, banka hesaplarından paralar aktarılır, borsa speküle edilir, kağıtlar düşer çıkar. Kapalı kapılar ardında büyük oyunlar oynanmaktadır. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Avantür sineması bu iddia ile gerçeklik vehmini güçlendirir.
Kurtlar Vadisi bir mafya dizisi olarak başladı. Bir Amerika dizisini temel alarak çıktığı söylenebilir. Bir istihbarat görevlisi estetik bir ameliyat geçirmiş, yeni kimliği ile mafyanın dünyasına, perde arkasında Türkiye’yi yöneten “baronların” arasına giriyordu. Avantür sinemasının oyuncuları genellikle fiziki özellikleriyle de öne çıkarlar. Kaslı vücutlarını sergilerler, uzak doğu dövüş teknikleri bilirler. Burada başrol oyuncusunun böyle bir özelliği yoktu. Diyalogları öne çıkartan bir tarz ortaya çıktı. Aksiyon yan karakterlere bırakıldı. Geri planda bir aşk hikayesi kullanıldı. Dünyadaki serüven edebiyatının iyi örnekleri soap opera kalıplarını yetmişli yıllardan bu yana kullanıyorlar. Erkek kahramanın insani yüzü, zayıf tarafı belirginleştiriliyor. Ölmüş bir eş, kırık bir aşk hikayesi ya da bir erkeklik krizine varan uyumsuzluklar resmediliyor. Anlatıya başka bir derinlik katılıyor. Prime time izleyicisini yakalamak adına farklı ilgileri tatmin edecek oyuncu ve klişe tip seçimleri kullanılıyor.
Murat Paker, apolitize olmuş bir topluma ortak bir hedef göstermesi Kurtlar Vadisi’ni bu derece etkili kıldı diyor?
Katılırım ama her şeyden önce bir beş yıl öncesine göre daha politize bir toplum olduğumuzu düşünüyorum. Daha fazla meydanlara çıkılıyor. Derslerde aktüel ya da geçmiş siyasete gönderme yapan öğrenci sayısı geçmişten fazla. Ama nasıl bir politize olunuyor derseniz, çok dışlayıcı, ötekileştirici bir politizasyon var. Bu politizasyon demokratik taleplerle ilgili görünmüyor. Düşmanı belirginleştirmek konusunda cevvaller. Vatan hainleri, dönekler, satılmışlar, amerikan uşakları vb etiketler var ellerinde. Bunları ne kadar söylerlerse daha solcu ya da daha sağcı olduklarını düşünüyorlar. Vatanı sevmek bu hainleri teşhir etmekten geçiyor. Asıl olarak büyük şehirli orta sınıf gençliğinde milliyetçiliğin yükseldiğini görüyoruz.
Kurtlar Vadisinin hedef gösterdiği hep söyleniyor. Sonu şiddet eylemleriyle sonuçlanan olayların sorumlusu olarak gösteriliyor. Bir televizyon dizisine böylesine güç atfetmek abartılı olur. Suyun üzerindeki dalganın köpüğü gibidirler, dipten giden asıl akıntıya bakmamız gerek. Kurtlar Vadisinin hedef gösterdiği şeyler yeni ve bugüne özgü değil ki. Dışlanan, tektipleştirilen, tek yönlü gösterilen pek çok şey, örneğin bir batı Avrupa demokrasisinde suç sayılan ırkçı ve ayrımcı tutumlar en az yüz yıldır sürüyor.
Bu dizinin çeşitli fan siteleri var. Seyircinin neye tepki verdiği, sevdiği ya da sevmediği, dizi üreticileri tarafından birebir izleniyor. Etkileşimli bir üretim var. Yön verme, hedef gösterme meselesinde bunu da hatırda tutmamız gerekiyor. Gazetelerin internet sayfalarında çıkan haberlere yazılan yorumlarla bir arada düşünmemiz gereken bir etkileşim aslında. Gazete ile okurlar geçmişten çok daha fazla birbirlerini belirliyorlar. Diziler de öyle…
Bilal Özcan, dizide kültür değerlerimize ilişkin kavramlar kullanıldığını söylüyor
Maintream bir dizinin varolabilmesi için yerelliğe mutlaka vurgu yapması gerekiyor. Tersi düşünülemez. Hollywoodun avantür filmlerinde yaşlı ve bilge adamlar kullanılıyor. İşte yoga yapıyorlar, çiçeklerle uğraşıyorlar, inzivadalar, dünya nimetlerinden uzaktalar. Sürekli bir arınma vurgusu için hayatın yozlaşmasına karşı kullanılırlar. Kahraman zorda kaldığında ona başvurup akıl alır vs…Kurtlar Vadisinde de ney çalan, ebru ile uğraşan, tasavvuftan mesel ve deyiş aktaran biri var. Yerellik övgüsüne biraz da buradan bakmak gerek.
Derin devleti meşrulaştıran bir yönü var mı gerçekten?
Avantür edebiyatı-serüven külliyatı, kanun koyuculuğu meşru bir yol olarak gösterir. Hukuk zenginlerin, mafyanın, politikacıların kirli işlerini gizleyen bir maskedir. Dirty Harry serisini, Mike Hammer’in Kanun Benim deyişini düşünün. Rambo’yu hatırlayın. Avantür kahramanları demokrasiye inanmazlar. Kötü adamlar delil yetersizliğinden, hakimlere rüşvet vererek, yukarılarda bir yerden telefon açtırarak kurtulurlar. Onları ancak öldürmek gerekir. Kurtlar Vadisinin kahramanları farklı değiller. Kötü adamlara karşı ancak bu yolla mücadele edilebilir varsayımını taşıyorlar.
Pusu serisini diğerlerinden ayıran bir etken var mı?
Bence yok ama şu var: Siyasetçilerimizin dizinin popülerliğini kullanarak bazı meselelerin dizide anlatılması yönünde telkinlerde bulunduğu söyleniyor. “Ergenekon’u bir de Kurtlar Vadisinden izlemek gerekir” derken biraz da bu kastediliyor olsa gerek. Pusu serisi değil ama Kurtlar Vadisi Irak filmi bir farklılaşma yarattı denebilir. Filmle ilgili medya çalışmaları çok iyi yapıldı. Filmin şoven nitelikleri nedeniyle batı’da çıkan eleştiriler Avrupa ve Amerika karşıtı bir havada karşılandı. Dizinin senaristlerinden biri “Hollywoodun kalbini hançerledik” benzeri bir şey söyledi. Siyasal anlamda romantik ifadeler bunlar ama konjentürel olarak bir Amerikan karşıtlığı var, “Avrupa Avrupa duy sesimizi” benzeri bir sahiplenme oldu. Terör başlıklı serinin yayından kaldırılmasıyla ilgili kampanyalar sonuç verince Amerika istediği için yayından kaldırıldı türünden yazılar çıktı. Diziyi izleyip izlememesi önemli değil, pek çok kişiyi diziyi konuştu. Kurtlar Vadisine gösterilen ilgiyi konuşulur olmasına bağlamak gerekiyor. Dizi de çok konuşkan aslında. Komplo teorileri, siyasi analizler,özdeyişler, meseller, fıkralar çok şey var…
Her şeyde olduğu gibi bu tür dizileri de siyasal görüşlerimiz etrafında mı değerlendiriyoruz toplum olarak?
Kaçınılmazdır bu ama. Fakat şu söylenebilir, bunlar aktüel anlatılar. Öyle oldu ki izlemediğini bildiğim akademisyenler bile Amerikan karşıtlığı adına diziyi sahiplendiler. Siyaseten dizinin gerçekleri anlattığını söylediler. Popüler kültür ürünlerinin çelişkili içerikleri vardır. Son derece şoven, ayrımcı bir dilin yanında özgürlükçü –liberter bir vurgu da yer alabilir. Bir de insanların bu türden anlatıları nasıl alımladıkları çok belirgin değildir. Kızılderililerin western filmlerinin ilk yarısını hani zafer kazandıkları bölümü seyredip televizyonu kapattıkları söylenir. Ve diyelim o westernin muhafazakar yapısı bireycilik açısından kapalı toplumlarda olumlu katkıları olabilir. En azından araştırmalar bunu söylüyor. Kurtlar Vadisi, anlatım biçimi ve içerik olarak sağ tandanslı ama temelde serüven edebiyatı böyledir zaten. Erkeklerin konumu, kötülerle ilgili klişeler, tek taraflı bakışlar (mağdurun ne hissettiği anlatılmaz örneğin), hukuk karşıtlığı ve anti entelektüelizmi bu sağ içeriği belirler. Ancak yine de popülerliğin ölçütü muğlaklıktır. Ürünün yaratıcıları belirgin olarak sağ ya da sol olarak adlandırılmak istemezler. Herkesin istediği biçimde tanımlaması, farklı okumalara açık olması için uğraşılır. Bu konuda asla açık konuşulmaz. Diziyle ilgili niteleyici tartışmalar üreticileri dışında gerçekleşiyor.
Bu tür dizilerin büyük yankı yaratması toplum olarak eğitim düzeyimiz ile mi ilgili?
Televizyon dizileri her yerde büyük ilgi görüyor. Dizinin hikayeci maharetini hesap etmek etmek gerekiyor ama döneme özgü sosyo-kültürel koşullar da bu ilgiyi çoğalttı. Avantür türü her zaman bu denli ilgi görmez.
[30 Kasım 2008 tarihinde TRT2'de canlı yayınlanan Ayrıntı programında bana yöneltilen sorulardan bazıları]