Sevgili
Dostlar,
Dehşetengiz bir
karalama kampanyasıyla karsı karşıyayız. Bunun sonunu hiç hayırlı görmüyorum.
Sadece Nesin Vakfı açısından değil, Türkiye ve insanlık açısından da.
Eğer bunca
özveriyle kurulan ve yaşatılmaya çalışılan bir çocuk kurumuna böylesine alçakça
ve acımasızca çamur atılabiliyorsa, gerisi benim hayal gücümü aşıyor.
Sonuçta çocuk
bakıyoruz... Yemiyoruz yediriyoruz, ısınmıyoruz ısıtıyoruz.
Nesin Vakfı’na ve
kimsesiz çocuklara bakan diğer kurumlara hayasızca saldıranlar, sokak çocuklarından,
tinercilerden, kapkaççılardan, sokakta yaşanan vahşetten yakınma haklarını
kaybettiklerini biliyorlar mi acaba?
Çocuk kurumlarında
çalışanlar büyük bir özveriyle yokluk ve zorluklarla boğuşurlar. Üç kuruş
maaşa... Kimi zaman da gönüllü... Tek mutlulukları yüzleri gülen çocuklardır.
Onlar bu toplumun isimsiz kahramanlarındandır, bu toplumu toplum yapan
değerleri yaşatan kişilerdir.
Nesin Vakfında bir
“anne” dört çocuğa bakar. Geçenlerde TV kanalında izlediğiniz devlet kurumunda
çocukları döven “anne” kaç çocuğa bakıyordu? Saydınız mi? 30 muydu? Herhalde.
Siz hiç 30 çocuğa baktınız mi? 30 çocuğa bakmanın ne demek olduğunu bilir
misiniz? Üstelik hangi çocuklara, hangi ortamda, hangi koşullarda...
O “anne”nin kendisi
de dayakla büyümüştür büyük olasılıkla; kendi çocuklarını da dayakla
büyütmüştür. Simdi de 30 kimsesiz çocuğun sorumluluğu verilmiş... Bunun ne
demek olduğunu tahmin etmeye calisin. Dövmesin de ne yapsın anne? O maaşa ancak
böyle bir anne bulunur. O eğitimde ve o düzeyde biri o koşullarda ancak öyle
davranabilir.
Düşmanı iyi
belirlemek gerekir. Düşman ne o kurum, ne de o annedir. Düşman, içinde
yasadığımız koşullardır.
Bir senaryo
kurayım: Nesin Vakfı’nda bir anne dört çocuğa bakar dedim biraz önce. Peki, çok
kotu koşulda dört çocuk daha görsek ne yapacağız? Örneğin kömürlükte yasayan,
ya da işkence gören, ya da sokaklarda dilendirilen, aç sefil, olum
tehlikesinde... Almamazlık olur mu? Görmemeye çalışıyoruz ama görürsek alacağız
mecburen. Gözle görünce dayanılmıyor. Peki ya bu yeni çocuklara bakacak annemiz
yoksa? O zaman var olan annelerin her biri dört yerine beş çocuğa bakacak...
Peki bağışlar azalır da çalışan sayısını azaltmak zorunda kalırsak ne olacak? O
zaman da ya bir anneyi isten çıkaracağız ya da annelerden biri “maaşım ödenmiyor”
diye isini bırakacak, ama bu sefer de her anne beş yerine altı çocuğa bakacak.
Kolay mi o kadar çocuğa bakmak? Eğer koşullar değişmezse bir annenin sorumlu
olduğu çocuk sayısı yediye, sekize çıkacak. Belki de daha az maaşa çalışacak
bir anne bulacağız. Annenin sinirleri yıpranacak, yorgun düşecek. Haliyle...
İnsan bünyesi bu, bir yere kadar dayanir. Bir ara uykusuna yenilecek. O sırada
çocuk pencereden sarkacak, elektrik prizine civi sokacak, odadan çıkacak...
Allah korusun... Allah korusun ama, ne olur ne olmaz, biz gene de önlemimizi
alalım...
Çocuk bakan
kurumlara saldırmak midir çözüm?
Nesin Vakfı
aleyhine sürdürülen kampanyayı sıcacık evlerinde rahat koltuklarına gömülmüş
cıkcıklayarak izleyenler, o sırada bizim ne yaptığımızı düşündüler mi acaba?
Ben söyleyeyim ne yaptığımızı: Tuvalet temizlemekten gelecek ayı nasıl
çıkaracağımızı hesaplamaya kadar olağan tüm isleri yaptığımız gibi, bir yandan
da bakirelik kontrolünden gecen kızlarımızı teselli ediyorduk, yuvalarından
alınacaklarını düşünen çocuklarımızı yatıştırıyorduk, olan biteni anlayacakları
ve üzülmeyecekleri bir dilde anlatmaya çabalıyorduk, gülümsemeye, güven vermeye
çalışıyorduk. En çaresiz kaldığımız zaman da hıçkırıklarımızı hapsedip onlara
sarılıp susuyorduk.
Söylemeden
geçemeyeceğim. Küçücük kızlarımızdan birine adli tip doktoru olacak kişi,
“namaz kılar gibi yap” demiş. Kızımız bilememiş doktorun ne demek istediğini.
Bu yüzden de doktordan bir güzel azar işitmiş. (Acaba toplumun hangi kesimi
cıkcıklayacak bu satırları okuduğunda?)
Sevgili dostlar,
sizlere bize yaşatılan her şeyi anlatamıyorum. Çünkü bu mektuplar maalesef
cinsel evrimlerinin evcilik oyunu aşamasında takılıp kalmışların da eline
geçiyor.
Gazetelerde çarşaf
çarşaf yayımlandılar, televizyonlarda bangır bangır bağırdılar: Nesin Vakfı’nda
tecavüz! Anüste yırtık var! Üç kıza daha tecavüz edilmiş! Vakıf’ta bakire
kalmamış!
Oysa hiçbir şey
yok! Adli Tip raporları tertemiz. Ama gene de haber yapıldı ve hakkımızda dava
acildi!
Pes! Diyecek laf
bulamıyorum.
Her şey doğru olsa
bile, böylesine trajik bir olay böyle mi haber edilir? Toplumsal sorumluluktan
vazgeçtim, hiç mi utanma arlanma yok?
Tutuklanan
gençlerimiz cezaevinde işkenceden geçtiler, aşağılandılar, korkutuldular, olum
ve tecavüz tehditleri aldılar. Biri tabanlarına basamaz ve çenesi
kenetlendiğinden konuşamaz bir halde ve beş kuruş parasız gecenin bir yarışında
sefil bir durumda Bayrampaşa sokaklarının karanlığına terk edildi. 17 yaşında
bir çocuktan bahsediyoruz! Bu çocuk bir hafta boyuncu kati yemek yiyemedi ve
tuvalete gidemedi. İki gün kaldığı cezaevinden çıkıp 36 saat sonra Vakf’a
döndüğünde (önce annesine gitmiş) donuk gözlerle bakıyor ve iki kelimeyi zor
yan yana getiriyordu.
İnanıyorum demesine
karşın, “seni Allahsız!” diye dövmüşler. Önce jandarmalar, sonra gardiyanlar, daha
sonra da mahkûmlar. Aslında dövmek istedikleri Aziz Nesin ve düşünceleri elbet.
Çocuk yurdunda
çocukları döven anneye olduğu gibi, düşmanını karıştırıp çocuklarımı döven bu
cahillere de acıyorum.
Cahiller neyse de,
okumuş yazmışların düşmanını karıştırmaya hakki yoktur. (Öyle değil mi piyasa
gazetelerinin ve TV kanallarının sayın haber müdürleri?)
Çocuklarımız iki
günlük cezaevi ziyareti boyunca yasadıklarını kaleme alıyorlar. İnanın bana,
pek kolay olmuyor yazmaları. Bitirdiklerinde kamuoyuna sunacağım.
İşkenceyi şikayet
etmek amacıyla aldığımız adli tip raporları, “o kadar da önemli bir şey yok”
gibilerinden bir şey söylüyor. Oysa taban, avuç ve sırtlarındaki dayak izlerini
ben gözlerimle gördüm. Birinin dosyası takipsizlik aldı, itiraz ettik, sonucu bekliyoruz.
Diğerinin şikayeti halen soruşturuluyor.
Bilen söylesin:
Türkiye2de tecavüz suçlamasıyla tutuklanan kaç kişi iki gün sonra
salıverilmiştir? En küçük bir emare ya da delil olsaydı, sonuç böyle mi olurdu?
Biri işkence diğeri
tecavüz iki rapor var. İkisi de ayni şeyi söylüyor: İşkence/tecavüz olmamıştır.
Birine dava açılmıyor, diğerine açılıyor. Bu da Aziz Nesinlik değilse ne Aziz
Nesinliktir?
Suçsuz çocuklarımı
ihbar etmedim suçlamasıyla mahkemeye verildim.
1,5 yıl hapsim
isteniyormuş. Sanki umurumdaydı! Temsil ettiğim ruha dokunamazlar ki...
Üstelik çocuk
baktım diye hapse atacaklarsa, 1,5 yıl ne ki! 150 yıl atsalar ıslah olmam!
Sözlerim öncelikle
bize düşman olmaması gereken ama beni çok şaşırtan basına ve medyaya (onlar
bilirler kim olduklarını): Çocuk bakan kurumlara saldırmayın, onlara sahip
çıkın ve destekleyin.
Dostlar: Toplumun
Nesin Vakfı’na ihtiyacı olduğu surece dimdik ayaktayız ve bu vakfı yaşatacağız,
ama insanlık ölürse bize yer kalmaz ki! İlla ki insanlığı kurtarmak gerekiyor!
Ali Nesin